Pakistan’da Fetö Usulü Yargı Darbesi

1
1466
Tahir-ül Kadri
Yazan: Yasin Konya

Pakistan; Asya’nın güzide ülkesi, stratejik konumu ve 200 milyonluk nüfusuyla Ortadoğu’da ve İslam coğrafyasında hatırı sayılır bir konuma sahiptir. Takdir edersiniz ki stratejik konumu, 200 milyonluk nüfusu, bireysel söz sanatı, yerel silah sanayisi, ki buna nükleer silahlar da dahil (Not: Pakistan, İslam ülkeleri arasında nükleer silaha sahip tek ülkedir.) bu kadar üst düzey paradigmaya sahip bir ülke kendi kaderine terk edilemezdi.

Ve yine aynı sahne. Halk nezdinde popüleritesi olan bir kanaat önderi milyonları olmasa da binleri hareket ettirebilecek donanıma sahip, ayrıca ülkenin hukuk ve güvenlik gibi önemli mihenk taşlarına sahip birinden bahsediyoruz.

Evet mevzu Pakistan ve Tahir-ül Kadri. 19 Şubat 1951’de Pakistan’ın Jhong kentinde tıp doktoru ve din alimi bir babanın evladı olarak dünyaya gelen Kadri, 1955’te Hristiyan bir okulda öğrenim hayatına başlar. Babası tarafından 1962 yılında İslami ilimler eğitimine başlar. Yani daha çocuk yaşta hem Hristiyanlık hem de İslamiyet ile tanışır.

-Advertisement-

Öğrenim hayatında başarılı ve zeka kapasitesi yüksek olduğu söylenilen Kadri, ilerleyen dönem öğrenim hayatını Lahor Pencap Üniversitesi’nde hukuk okuyarak tamamlar. Belli bir dönem avukatlık yaptıktan sonra yine aynı okulda doktorasını alır ve okulda belli bir dönem hukuk eğitmenliği yapar.

Bu arada önemli bir dipnot. İngilizce, Farsça, Arapça’yı da iyi derecede bilen kadri, Urduca ve Pencabi diline de iyi derecede hakimdir. Bu özelliği ile de kısa sürede uluslararası alimler kategorisinde adının duyulmasını sağlamıştır.

Kadri, yine bu dönemde Pakistan başbakanı olarak tanıdığımız Navaz Şerif’in babası Muhammed Şerif işe tanışır. Kudretli bir iş adamı olan Muhammed Şerif, Kadri’yi, sahibi olduğu dökümhanelerden birisine imam olarak alır. Ardından Navaz Şerif, Pencap eyalet başbakanlığını kazanmasının ardından ününün yayılmasını amacıyla devlet televizyonlarında program yapmasını sağlar. Yapmış olduğu programlar neticesinde ünü yayılan Kadri, bölgedeki din alimlerinin tepkisini çeker ve hatta onları çok kızdırır. Öyle bir hale gelinir ki, yaptığı programlar kişisel çıkarlar ve rant haline dönüşür. Artık halk buluşmaları, sokak gösterileri düzenlemeye başlar. Bu buluşmalar din alimlerinin tepkisi çektiği gibi halkında belli kısmının tepkisini çekmekteydi. Ama her yerde olduğu gibi ilgi de görmekteydi. Halkın bir kesiminin ve din alimlerinin tepkisini toplamasının başlıca sebeplerinden birisi de rüya eksenli konuşmalar yapmasıydı. Rüyalarında Hz.Muhammmed ile konuşması onunla istişare yapması ve bunu sokaklarda mitingler de halkla paylaşması tepki toplamaya başlamıştı. Önemli bir durumdur ki, rüya konusunda Barelvi cemaati kurucusu Ahmed Raza’yı kendisine örnek almıştır. Ahmed Raza da bu bağlamda rüyalara önem veren günlük hayatına dahi rüyalar ile yön veren birisidir.

Halkla bir buluşmasında Kadri, rüyasını şu şekilde nakletmiştir ve rüyasında Hz.Muhammed’i gördüğünü, Pakistan halkına ve din bilginlerine hiç bir şey yapmadıkları için kızgın olduğu ve bu nedenle de Pakistan’ı terk ettiğinden bahseder. Kadri ise onu ikna etmek için çok çaba sarf ettiğini ve sonuç olarak Pakistan’a geri gelmesi yönünde ikna ettiğinden bahseder. Sonra der ki: Hz.Muhammed Pakistan’a geri dönmeyi kabul etti. Biletini ve kalacak yerini ayarlamamı söyledi. Bu söylemler din alimlerini kızdırır ve karşılıklı atışmalar olur ama bu durum Kadri’nin ünlenmesinden öte gitmez.

Aslına bakacak olursanız günümüz İslam coğrafyasında bu anlatılan menkıbe her dönemde olmaktadır. Kimisi rüyasında görüşüp buluşmakta, kimisi olimpiyatlara geldiğini iddia etmekte kimisi ise mitinge geldiğini ve hala aranızda demesi sadece halkın aklı ile alay etmekten başka bir şey değil.

Söylemeden edemeyeceğim…

Hz.Muhammed vefat eder… En yakın can kardeşi dava arkadaşı Ebubekir der ki: “kim ki peygambere tapıyorsa bilsin ki o öldü. Kim ki Allah’a (cc) tapıyorsa bilsin ki Allah (cc) hay ve kayyumdur.” İfadesi yüzyıllara ışık saçar mahiyette olmasına rağmen bahsi geçen yada hatra gelen din alimlerinin bu konuda bir bilgisi olmaması gerçekten ironik.

Neyse konumuza geri dönelim. Kadri, 1981’de Hristiyan-Müslüman diyalog formunu kurdu. Bu şekilde iki dinin liderlerini buluşturmayı düşündü. Ve yine aynı sene Minhac-ül Kur’an’ı kurdu.(Kur’an yolu hareketi) Kendisine öncelikle bir cübbe ve hatırı sayılır bir sarık ayarladı. Eğitim sistemini revize etmek istiyordu ve bunu da kendi okullarında yaptı. Ve 90 ülkede de temsilcilikler açtı. Açmış olduğu okullar da mistik bir yapı olduğu göze aşikar lakin Kadri, okulların bu yönünü bastırarak seküler eğitim veren kurum haline dönüştürmeyi başarmıştır. Bu bağlam da önem arz eder ki Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi tarafından Minhac-ül Kur’an örgütüne özel istişare yetkisi verilmiştir.

Bu denli aktif Kadri, 1989’lu yıllarda Pakistan Halk Hareketi adlı siyasi oluşumu kurar. Siyasi oluşumun kurulmasından hemen sonra kendisine bu denli ün salmasına sebep olan Şerif ailesi ile ters düşer. Bu ters düşüş öyle ki 1993 seçimlerinde Navaz Şerif’e kafir demeye kadar gider. Şerif ailesine alenen göstermiş olduğu düşmanlığa nazaran kazanmış olduğu seçimlerden sonra kendisine görev verilir ancak belli süre sonra Şerif ile ihtilafa düşerek bu görevi geri bırakır. Katıldığı 1990-1993 seçimlerinde kurmuş olduğu Minhac-ül Kur’an derneğinden aldığı paralarla kazanma yarışına girer ancak başarı elde edemeyince 1995 seçimlerinde bir daha siyasete katılmayacağını söyler. Fakat daha sonra General Müşerref darbesinden sonra Müşerref yanlısı olarak siyasete geri döner. Bu dönem zarfında iki seçim kazanıp başa geçen Navaz Şerif, ya istifaya zorlanmış yada el çektirilmiştir. 2002 yılında düzenlenen referandumda Müşerref, Cumhurbaşkanı olmuş ve Kadri de hileli olduğu düşünülen daha sonraki seçimlerde milletvekili seçilmiştir. Her ne çaba ile Müşerref taraftarlığını akabinde koltuk verilir umudu gütse de beklediği gibi olmadı ve 2004’te milletvekilliğinden istifa etti. 2005’te ise can güvenliği olmadığı söylemi ile Kanada’ya gitti ve çifte vatandaşlık aldı. Yedi yıl Kanada’da kaldı. Kaldığı dönem boyunca çalışmalarını, dernek ve vakıf işlerini Kanada’dan koordine etti. Avrupa’da, Amerika’da, Orta Asya’da ve Ortadoğu’da yaşayan öğrencileri ile sıkı bir iletişim kurarak yüksek bir servete sahip oldu.
Geçmiş diyalog çalışmaları Kanada resmi makamlarının dikkatini çekti. Bu konuda bazı gözlerin onun üstünde olduğunu söylersek galiba abesle iştigal olmayacaktır. 2006 yılında İstanbul’da düzenlenen Avrupa Müslümanlar Konferansı’na katıldı. Bu çerçevede dünyada bir çok yerde İslami barış, entegrasyon ce insan hakları perspektifinin konu alındığı uluslararası konferanslar düzenledi.

Tahir-ül Kadri, 2010’da terörizm üzerine 600 sayfalık bir fetva yayınladı. Bazı İslami devletlere ekonomik alanda fikirler sundu. İşler ulusal çapta bu kadar ilerlemişken, Aralık 2012’de ani bir karar ile Pakistan’a dönme kararı alan Kadri, kendisine ve yandaşlarına “Siyasetini değil devletini koru” sloganını düstür edindi ve edindirdi. Pakistan’a gelir gelmez Minar-ı Pakistan olarak anılan bölgede geniş katılımlı bir miting organize etti. Zira hazırlıklı gelmişti. Emre itaat konusunda çok sadık bir sosyal medya ekibi daha Kadri gelmeden algı yaratmışlardı. Kadri ise geldiğinde anonim kaynaklardan sağlanan destek ile para ve zırhlı araç eksiği de giderilmiş oldu. Çünkü Halk Hareketinin olmazsa olmazı zırhlı araç idi…

Kadri, Meclis’in meşruiyetini yitirdiğini söyleyip sık sık yolsuzluklardan bahsediyordu. Bu iddialarla Lahor’dan İslamabad’a kitlesel bir yürüyüş düzenledi. 14 Ocak 2013 tarihinde başlattığı yürüyüşe 1 milyon katılımcı beklendi ama bu katılım 50 bini bile bulmadı. Yürüyüş sonunda Meclis’in kendisini lağvetmesini talep etti. Yerine ise asker ve yargının oluşturacağı bir teknokrat hükümet kurulmasını istediler. Kadri’nin bu isteği kendince haklı bir istekti zira 1981’den bu zamana dek okullarında ektiği tohumlar yargı ve askeriyede yeşermişti.

Yine dönemin başbakanı Navaz Şerif’in bu konuda itidal söylemleri Kadri’yi sakinleştirmiyordu. Şerif’in Kadri’ye ithafen söylemleri bununla kalmadı. “Demokrasi ve gelecek olan seçimleri baltalıyorsun” demesi ayrıca Kadri’nin gündemi “yerel değil bilakis ithaldir” söylemi o döneme damgasını vurmuş. Esasen ibretlik bir tespit de yapmıştır.
Kadri’nin organize ettiği uzun yürüyüş adlı muhalif yapı parlamento binası önünde dört gün süren mitingin ardından hükümet ile aralarında İslamabad uzun yürüyüş deklarasyonu olarak adlandırılan antlaşma imzalandı. Bu mitingler süresince Kadri’nin kullandığı “burayı Tahrir yaparız.” sözü aslında her şeyi özetler gibiydi. İlginçtir o dönemde Mısır’da darbe olmuş ve halk iradesi askeri bir operasyon ile bastırılmıştır. Başa gelen kişi ise Mısır’da dönemin lideri Muhammed Mursi’nin yakın arkadaşı Sisi’dir. Türkiye de o dönemde gezi olayları ile boğuşmaktaydı.

Tüm bu olaylar siyasi kriz ortamında geçen zaman diliminde Navaz Şerif’in “arka kapıdan girmeye çalışıyorlar” söylemi yerinde bir tespitti fakat geç kalınmış bir tespitti. Zira Navaz Şerif’in siyasi hayatına bakacak olursak başbakanlık yaptığı 3 dönemde de (1990-1993, 1997-1999, 2013-2017) Kadri, kendisine muhalif olmuş, en son döneminde ise muhalefetin dozunu iyice artırarak kaos ortamı yaratmıştır. Her iktidar oluşunda ya istifaya zorlanmış yada el çektirilmiştir.

Son olarak da 2017 Temmuz ayında Pakistan Anayasa Mahkemesi tarafından görevden ömür boyu el çektirilmesi tesadüf olabilir mi? Şu bir gerçek ki, siyasette tesadüfe yer yoktur. Özellikle de dışa açık bir siyaset güdüyorsanız tesadüfü literatürünüzden çıkarmanız gerekir.

Konu girizgahından hatırlarsınız, Pakistan’ın son dönem sıçrayışı, Türkiye gibi stratejik önemi üst düzey olan bir ülke ile ortak ve pozitif ilişkileri ve çok dikkat çekici girişimleri olmuştur. Son dönem Katar krizinde kullandığı söylemler Türkiye ile birebir örtüşmesi, Cidde’de Kral Selman ile yaptığı görüşmede Kral Selman’ın “tarafını seç” demesine istinaden herhangi bir taraf olmayacaklarını ve sadece çözüm istediklerini söylemesi kuvvetle muhtemeldir ki bardağı taşıran damla oldu. Fakat bu sefer ömür boyu siyasetten el çektirildi.

Dış güçler var mıdır yok mudur bilinmez fakat her ne kadar yaşanılanlar ortada olsa da şu bir gerçektir ki, Tahir-ül Kadri’ye kendini bağlayan zihniyet ülkenin dinamikleri ile oynamıştır. Hukuk ve güvenlik kanadını çürütmüştür. Uluslararası hukuk ve halkın güvenliği dışında çalışan her sistem liyakatsiz, çürümüş ve felç olmuş bir sisteme mahkumdur.

Tahir-ül Kadri’nin kurduğu sistem aslında bölge coğrafyasının yabancı olduğu bir sistem değildir.
•Bir yandan yerel olduğunu söyleyen ama her fırsatta dış mihraklara şikayete giden.
•Ülkesinde güvende olmadığını söyleyip çifte vatandaşlık alan.
•Rüyalarla insanların kafasında algı operasyonları yaratan.
•Şahsına münhasır okullarda nifak tohumları ekip istediği şekilde yetiştirip devletin dinamiklerine yerleştirmek gerçekten de Ortadoğu’da sık görülen yapılanmalardır.

Velhasıl Allah (cc) Kuran’da der ki;
“…Ve Allah aklını kullanmayanları pisliğe mahkum eder. Yunus10/100”
Ortadoğu halkları olarak kadim medeniyetlerimizin öğretisi doğrultusunda aklımızı kullanmadığımız takdirde din alimi kisvesinde Muhammed Tahir-ül Kadri gider sürekli bir revize sistemi ile yeni devşirmeler gelir. Ortadoğu halkları olarak cemaatçi zihniyete ve bölünmelere karşın “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın bir olun, Cem olun ve ayrılmayın. Ali İmran 2/103” ayetine istinaden bir olduğumuz, tek yürek olduğumuz günlerin hayali ve duası ile…
Selam ile…

-Advertisement-

1 YORUM

  1. Bu yazı için yazarınız Yasin konya ya teşekkür ederim . Mükkemmel noktalara değinip iyi nabzı tütmu. Kalemine kuvvet kardeşim. Mütefekkir

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here