Spoiler uyarısı. Başrollerinde Jenna Coleman ve Tom Hughes’un yer aldığı ITV’nin dönem dizisi Victoria’yı takip edenler, Albert’e ne olduğunu bilmek istemiyorlarsa, buradan sonrasını okumamalılar.
O gün, Kraliçe Victoria’nın en karanlık günüydü. 14 Aralık 1861 tarihinde 21 yıllık kocası Prens Albert henüz 42 yaşındayken öldü. O ise ölümünü asla atlatamadı ve hayatının geri kalanı boyunca siyah giyindi. Prensin ölüm nedeni sicil memuru tarafından “21 gün süren tifo hastalığı” olarak kaydedildi.
Tifo hastalığına “Salmonella typhi” adlı bakteri neden olur. Hastalanmış kişilerin vücut atıklarının bulaştığı yiyecek veya suyun tüketilmesi yoluyla yayılır. Bu hastalık hijyensiz ortamlarda hazırlanan yemekler ile ilişkilidir. Günümüzde hala dünyanın fakir ülkelerinde ciddi bir problem olan bu hastalık Viktoryan döneminde herkesin hatta bir prensin bile başına gelebiliyordu.
Büyük İğrenç Koku
Sadece birkaç yıl önce, 1858’in sıcak yazında, şehrin tüm kanalizasyon atıklarının Thames Nehri’ne boşaltılması o dönem yaşayanların tabiriyle “Büyük İğrenç Koku” yayarak krize yol açmıştı. Aristokratlar dahil tüm Viktoryanlar için tifo, hastalığa yakalananların üçte birini öldürebilecek kadim bir tehlikeydi. Ölüm genellikle bağırsak ülserinin bir sonucuydu. Ülserlerden biri delinirse karınzarı iltihabı meydana geliyordu, tıpkı apandistin patlamasında olduğu gibi.
Tifonun 1860’lardaki tüm gerçekliğine ve The Lancet (Neşter) ve British Medical Journal adlı tıp dergilerinde belirtilen teşhise rağmen halk hemen bu teşhis ile ilgili şüpheci düşünceler geliştirmişti. Otopsi yapılmamıştı, son derece saygı duyulan Prens Albert’ın trajik ve zamansız olan sonu ile ilgili belirsizlik ne olursa olsun şüpheli bir durum yoktu ve sadece meraktan dolayı bir kraliyet mensubunun cesedini parçalarına ayırmak fazla ileri gitmek olurdu.
Ayrıca kraliyet doktorları, prensin hastalığının halk tarafından tartışılmasının Kraliçe Victoria’nın ileride klinik depresyon diyebileceğimiz hayat boyu sürecek bir yasa girmesini daha da kötüleştirebileceğini düşünmüşlerdi. Kraliyet sağlık ekibine göre bu olay burada kapanmıştı.
Prens Albert’ın yakın zamanlardaki biyografilerinde de ölüm nedeni ya önemsiz görülerek geçiştiriliyordu ya da etkin bir şekilde tartışılıyordu. En çok sevilen alternatif teorilerden biri de Albert’ın annesini 30 yaşında öldürmüş olan mide kanserine hatta belki de Crohn hastalığına yakalanmış olduğuydu.
Kesin olan şuydu ki, Albert’ın sağlığı gerçekten de yıllarca kademeli olarak kötüleşmişti. O ve karısı, modern anlamda, hükümeti idare eden başbakan ve kabinesi ile birlikte anayasal mutlak hükümdarlar olsalar da Albert hükümetin karar alma sürecinde aktif bir rol oynama konusunda ısrar etmişti.
19. yüzyılda aristokrasiye olan itaat ve Prens Albert’ın kendine güvenen kişiliği prensin sıklıkla faydalandığı ayrıcalıklardı. Sıkça, kendi resmi iş tanımını fazlaca aşan konular için canını sıktı. Dahası, hükümet içindeki bu amatör uğraşılarını törensel görevlerinden kaçmak için bir bahane olarak kullandı. Albert’ın hayatı kamusal etkinliklerin ve uzun sürelerce çalışılan ofis işlerinin kasırgası haline gelmişti. Kendini uçurumun kenarına getiren ise kendisiydi.
Jenner’ın Teşhisi
Yine de tifo hastalığı teşhisi tamamen hiçe sayılmamalıydı. Kraliyet fizikçilerinden biri de tifo hastalığı konusunda uzman olan William Jenner’dı. Kuramsal amiri ise, şair John Keats’ı 41 yıl önce Roma’da tedavi etmesi ile bilinen 72 yaşındaki Sör James Clark’tı. 1861 yılında Clark’ın Prens Albert’ın tedavisine katılımı uzmanlığının hasta odasında yarattığı iç rahatlatmanın sadece biraz ilerisine gitti.
Onun yerine Jenner ise tifo teşhisini koyarken baz aldığı önceki hastaları ile daha yol gösterici olmuştur. Tifoyu bilen biri varsa o da Jenner’dır ve o da Albert’ın da önceki hastalarının aynısını olduğu görmüştür.
1861 yılının yazındaki kraliyet ailesinin her yıl yaptığı Balmoral gezisinde, Albert öncekine göre daha iyi biri ruh hali içindeydi. Ancak tatilden döner dönmez saplantılı çalışma alışkanlığına geri dönmüştü. Psikolojik olarak da yakın tarihte Portekiz Kraliyet ailesindeki üç kuzeninin tesadüfen yine tifodan dolayı ölmesinin yarattığı büyük bir gerilim içindeydi. Kraliçe onun depresyonda olduğunu 12 Kasım tarihinde günlüğüne kaydetmişti. Daha sonra kızlarından birisi de o günlerde pek yemek yemediğinden bahsetti.
22 Kasım günü Sandhurst Askeri Akademisi’ne sabah ziyaretine giderken fırtınaya yakalanan Albert sırılsıklam olmuştu. Ondan sonraki gün, romatizma ağrıları ve iyi hissetmediği ile ilgili şikayetlerde bulundu.
Ama 25 Kasım günü dinlenmek ve toparlanmak yerine, en büyük oğlu Wales Prensi Albert Edward’ı azarlamak için Cambridge’e gitti. Azarlama nedeni ise alt sınıf sıradan bir kadın olan aktris Nellie Clifden ile gizli bir ilişki yaşıyor olmasıydı. Bu kadın öğrenci prensin ilk metresiydi.
Yağmurda yanlış yola sapmalarından dolayı oldukça uzun süren bir yürüyüşe çıktılar. Albert döndüğünde bitkin, yine sırılsıklam ıslanmış ve ana dili olan Almanca’daki bir deyişle “recht elend” (epey zavallıca) bir haldeydi. Günlüğüne, bu aşırı yorgunluğuna rağmen iki haftadır hemen hemen hiç uyumadığını yazmıştı.
Birkaç gün sonra Eton Koleji’nin 29 Kasım’daki geçit töreninde, tanıkların dediğine göre Prens Albert hiç iyi görünmüyordu ve kızlarından birine ağır bir soğuk algınlığından ve romatizmasından dolayı başının ağrımasından şikayet etmişti. Daha sonra ise şiddetli bir öksürük nöbeti geçirdi.
Jenner o gün onu gözlemlemişti, ama başta ciddi bir şey olduğunu düşünmemişti. Diğer gün, Albert masasına geri dönmüştü ama yine çok bitkindi. 4 Aralık’tan itibaren giderek kötüleşti; nefes alamama, kusma ve hezeyan nöbetleri gibi belirtiler gözlemlenebiliyordu. Uykusuzluk hastalığı da devam ediyordu. Jenner ve Clark ise kendi aralarında gittikçe endişelenmeye başlamışlardı ama kaygılı kraliçenin içini rahatlatmaya devam ediyorlardı.
7 Aralık günü Jenner, prensin karnında tifonun karakteristik belirtilerinden olan “gül lekesi” de denilen pembe-mor noktaları fark etti. Böylece bulmacanın son parçası da yerine oturmuştu, tifo teşhisi konulmuştu.
8-11 Aralık arası durum daha iyiye gider gibi olsa da 12 Aralık günü nefes alma zorlukları ve hezeyan daha da yoğunlaşmıştı ve öksürdüğünde büyük bir miktar balgam geliyordu. 14 Aralık’ta hastalığı daha da kötüleşti, elleri kararmaya (belki dolaşımla ilgili bir sorundan kaynaklanan siyanoz) ve soluk alıp vermesi hızlanmaya başladı. Gece 11’den biraz önce de hayatını kaybetti.
Bu tifo ile açıklanabilir miydi? Hastalığın 3 hafta süren yavaş bir gelişim göstermesi tifonun özelliklerindendi. Bunun gibi; arada sırada görünen hezeyan, gül lekeleri, baş ağrısı, öksürme ve geçmeyen yorgunluk da tipik semptomlardandı.
19. yüzyıl ortası doktorları tıbbi teşhis için gerekli kaynaklara sahip değillerdi ve neredeyse tamamen sadece hasta üzerindeki gözlemlerine dayanıyorlardı. Tifo için yapılan kan testi 1896 yılına kadar geliştirilmedi. Albert’ın durumunda kilit nokta, gül lekesi kızarıklıklarının oluşmuş olmasıydı.
Kızamık, su çiçeği, çiçek hastalığı, kızamıkçık, kızıl hastalığı, frengi, uyuz, koksakivirüs, herpesvirüs, zika virüsü ve papilloma virüsü gibi bulaşıcı hastalıklar da aynı tifo gibi genellikle kızarıklıklar ya da başka cilt hastalıkları sergiler. Diğer semptomlar değişse de kızarıklık semptomu bunlar arasındaki ortak semptomdur.
Biyografi Yazarları Karşı Çıkıyor
Jenner’ın gözlemsel deneyimini ve tifo konusundaki uzmanlığını kabul edersek tifo teşhisi fikrine katılabiliriz. O zaman, prensin bu hastalığı ne zaman kaptığı sorusu karşımıza çıkacaktır. Tifo teorisine karşı çıkan biyografi yazarları 1861 yılının tifo hastalığı için sakin zamanlar olduğuna işaret ediyor. Albert’ın ölmeden 3 hafta önce bulunduğu yerlerin hiçbirinde tifo hastalığı durumu rapor edilmemişti. Ayrıca, Albert o zamanlar fiilen hiçbir şey yemiyordu, bu da tifo hastalığının bulaşma ihtimalini minimuma indiriyordu.
Ama bu eleştiri hastalığın kuluçka dönemini ihmal ediyor. Tifonun klinik seyri 3-4 hafta olsa da kuluçka dönemi 6 ila 30 güne kadar uzanabilir. Prensin bu hastalığı potansiyel olarak nerede kaptığını bulabilmek için günlüğünde kasım ayının son günlerine değil ekim ayı sonları ve kasım ayı başlarına bakmalıyız.
Kraliyet ailesi Londra’ya gitmek için Edinburg’tan 23 Ekim günü trenle ayrılmıştı. Bundan bir gün önce de 31 Ağustos’tan beri bulundukları Balmoral’dan yolculuk etmişlerdi. Balmoral’dan Edinburg’a giderken yedikleri tek öğün Stonehaven’da Aberdeen kıyısının kenarında bazı üst mevkili misafirlerin de katıldığı öğle yemeğiydi.
Ondan sonra Albert 26 Ekim, 30 Ekim, 6 Kasım, 11 Kasım tarihlerinde Londra’ya (oğlunu görmek için okulu Cambridge’e) yaptığı dört ziyareti dışında ölene kadar Windsor’da kalmıştı. Albert’ın bu hastalığı Stonehaven’daki öğle yemeğinde ya da tamamen spekülatif olarak Londra’ya yaptığı ziyaretlerin birinde kapmış olma ihtimali var.
The London Morning Post adlı gazete 18 Aralık 1861 tarihinde önceki ayda Londra’da 39 tifo vakasının olduğunu kaydetmişti. Stonehaven’daki yerli gazetelerde ise tifonun bahsedildiği tek haber prensin ölüm haberiydi. Yani, sonradan yapılan muhtemel kuluçka zamanı araştırmaları, tifo teorisini desteklemiyordu.
Üçüncü ihtimal ise Albert’ın bugün bile hala bilinmeyen bir hastalığa yakalanmış olması. Günümüzle kıyaslandığında gelişmemiş sayılabilecek 1860’ların tıp dünyasını küçümsemek kolay, ama çağımızdaki tıp da benzer şekilde 150 yıl sonra küçümseniyor olacak. Bu yüzden hala tamamen anlayamadığımız şeyler olduğuna emin olabiliriz. Kim bilir belki Albert’ın ölümcül hastalığı da bunlardan biridir.
Yazan: Derek Gatherer
Çeviren: Berfin Ege Bulut
Kaynak: The Conversation