Yıllarca sanata en yakınından en uzağına kadar tüm bireylerin yaşamında en azından bir kere duyduğu bir soru ile bu irdelemeye başlamak zannımca faydalı olacaktır. Sanat ne içindir ? Bu soruya tarih boyunca farklı farklı cevaplar verilmiştir. Toplum için, sanat için vb. birçok söylem… Eminim sizler de birkaçını duymuşsunuzdur. Bu sorunun doğru cevabı nedir diye sorarsanız cevabım bilmiyorum şeklinde olacak. Zira ben bu sorunun cevabından ziyade sorunun kendisine kafayı takmış durumdayım.
Sanata farklı misyonlar yüklenmesi tarih boyunca karşılaşılan bir durum elbette. Zira insanlar kendi ihtiyaçlarına cevap almak adına sanata farklı tanımlar, sınırlar getirdiler. Şüphesiz bu farklı yorumlar sanatın gelişiminde önemli bir rol oynadı. Ancak bu gelişimi anlamak adına yine kendime bir soru soruyorum. Sanat nedir ? Gerçekten de sanat dendiğinde her insanın aklında bir şey canlanır ama sanatın kendisi nedir peki ? Güzellik mi, estetik mi, mesaj mı, gizem mi… Aslında düşünürsek hepsi sanatın bir parçası. Ancak sadece güzellik bile felsefenin açmazlarından biriyken sanatın ne kadar geniş bir alana hatta sonsuzluğa hitap ettiğini görmek aşikar. Ancak bana göre sanatın yine de bir tanımı var. Sanat, bir ayna gibidir ve kişi kendi sınırları neyse onu görür onu anlar. Yani sanatı değerlendirirken onunla ilişiği olan insanları değerlendirmek aynı kapıya çıkacaktır.
Bu sebeple ülkemizde ki sanatın (müziğin) gelişimini takip ederken, toplumun dönüşümünü göz önüne almak zorundayız. Bu konuda ”Arabesk” müzik çok iyi bir örnek teşkil eder. Arabesk müziğin popülerleştiği 60’lı yıllar ve sonrasına paralel olarak yeni bir toplumsal sınıf ortaya çıkar ülkemizde. Cumhuriyet’in ilk yıllarında nüfusun büyük bir çoğunluğu taşrada iken, bahsi geçen yıllarda şehre olan yoğun göç şehirlerde “Varoş” diye adlandırılan yeni kesimler oluşturdu. Bu kesim şehirlerde yaşayan taşralılar gibiydi ancak iki gruba da dahil değildi. Bu sebeple kendisini dışlanmış olarak tanımlayan bu yeni kesimde dışa vurulmak istenen; isyan, özlem, nefret, acı gibi duygular, arabesk müziğin doğması için gerekli ortamı sağladı. Elbette bu dönem tek hakim müzik Arabesk değildi. Köklü bir tarihsel geçmişi bulunan halk ve sanat müziği daha birleştirici bir tabir ile ”Türk Musikisi” varlığını sürdürmeyi başardı. Günümüz ve geçmiş ile bu bağın sağlanmasında; Neşet Ertaş, Muzaffer Sarısözen, sayısız değerli halk ozanlarımız , Münir Nureddin Selçuk ve Müzeyyen Senar gibi isimler çok önemli bir rol oynadı.
Bu köklü müzik kültürü ile beraber özellikle 80’li yıllar sonrası oluşan küreselleştirme ortamı, toplumumuzda deyim yerindeyse bir kültür emperyalizmi başlattı. Bu sebeple önce köklü müzik kültürümüze yabancılaştık ve ardından popülarizm kaygısı taşıyan taklit eserler üretmeye başladık. Elbette özgünlüğün kaybı kaçınılmaz olarak gerçekleşti. Elbette iyi sanatçılara da sahibiz. Ancak geleceğe köklü müzik kültürümüzü taşıyacak sanatçılarımız gün geçtikçe azalmaktadır. Zira internet, televizyon gibi kitle iletişim araçlarının etkisiyle, sanatçının popülarizm kaygısı artıyor. Bu yükselen vasat müziğe karşı kaliteli eserleri de dinleyiciye ulaştırma çabası içi boş bir kaygı gibi durmuyor.
Hiçbir sanatsal değeri olmayan bir ezginin milyonlarca kişi tarafından dinlenilmesi ve daha da üzücü bir şekilde beğenilmesi, sayıları az olan bu sanatçıları günden güne dejenere etmekte. Onlar da çareyi ya köşesine çekilip salt sanat çalışmaları ile geçirmekte ya da beğeni kaygısı ile saygınlığını geri plana atıp maddiyat odaklı çalışmakta buluyorlar. Fakat çok azı bu duruma direnebiliyor maalesef. Tabi birde tepeden uygulanan politik baskıyı göz önüne almakta fayda var. Yani toplumda bariz bir şekilde gözlenen ahlak erozyonu, kendisini müzik, sinema, edebiyat gibi sanat dallarında tahribat yaratarak göstermektedir ve dürüst olmak gerekirse ”Vasat Sanat” altın çağını yaşamaktadır. Bu sebeple en çok sanat konusunda bilinçli ve seçici olmalıyız. Gelecek nesillere sağlıklı bir sanat algısı bırakmak isteyen sanatçıları desteklemeliyiz. Ama en çokta kendimizi öz eleştiri süzgecinde geçirmeli ve sağlıklı bir sanat bilincine sahip olmamız gerekmektedir. Saçma rap şarkılarının milyonlarca dinlenmediği, Recep İvedik’in yeni serisinin rekor kırmadığı, türkülerin ve güzel şarkıların unutulmadığı günlerin ümidiyle… Sağlıcakla ve sanatla kalın.