İnsan her zaman doğa ile etkileşim halindedir. Paulo Coelho’nun deyimi ile “Evrenin Dili” vasıtasıyla doğayla etkileşim kuruyoruz. Kurduğumuz etkileşimin neticesine göre de cevabımızı alıyoruz. Eğer onun nimetlerine karşı saygılı olursak doğa bize ödülümüzü; saygısız olursak da gaddar yüzünü göstermekte hiç tereddüt etmiyor.
İnsanlık tarihinin her döneminde doğal afetler karşımıza çıkmıştır. Başlangıçta insanlar, bu afetlerin Tanrıların öfkelerini simgelediğini düşünmüşlerdir. Ancak milenyum çağındayız ve romantik düşünmeyi bir kenara bırakırsak, bazı afetlerin tamamen bizim davranışlarımızın sonucu olarak ortaya çıktığını görmek zorundayız. Seller de, dünya üzerinde olan doğal afetlerin en yaygını ve en bilinenidir. Bazı seller belli bir süreçte, birkaç günde oluşurlar. Ancak “Seylap” olarak tanımlanan ani seller, birkaç dakika içinde suların kabarmasına neden olmaktadır. Seylap sellerinin son yıllarda sayıca artış göstermesi, sorgulamamız gereken önemli bir göstergedir. Bu sorgulamaya da basit bir soru ile başlayabiliriz. Neden bu afetlerin sayısı ve yıkıcı etkisi artıyor?
Son birkaç ayda yaşadığımız, daha doğru söylemek gerekirse İstanbul ve çevresinde yaşadığımız seller üzerine düşünülmesi gerekildiğini düşünüyorum. Küresel ısınma ile birlikte dünya üzerindeki iklimlerinde değişime uğradığı su götürmez bir gerçek. Orta kuşakta yer alan ve birçok iklimi üzerinde barındıran ülkemizde bu değişimden payına düşeni almaktadır. Ortalama mevsim sıcaklarının bunaltıcı diye tabir edebileceğimiz seviyelere çıkması ve sonucunda da sıcaklıkların aniden düşmesi, akabinde ise aniden gelen yağışlar bugünümüz ve yarınımızın portresini çizmektedir. Dolayısıyla gelecek ve günümüzde belkide en çok karşılaşacağımız tehlike seller olacaktır. Öyleyse yaşam alanlarımızı planlayan kişilerin ve kuruluşların bu tehlikeyi göz önünde bulundurması gerekmektedir. Ancak bu iki afette hava limanından otogarlara, metrolardan köprü ve otoyollara her yer sular altında kaldı. En basitinden binlerce voltluk elektriği mevcut bulunduran metro istasyonlarının sularla dolması bile olası bir facianın bizlere ne kadar yakın olduğunu göstermektedir. Binlerce işçi ve mühendisin çalıştığı mega projeler, sel gibi her zaman karşılaşabileceğimiz bir doğal afete karşı sınıfta kalmıştır.
Metre kareye 21-75 kg arası bir yağış düşmesi elbette her zaman rastlanılan bir durum değildir. Ancak tropikal iklimlerde yaşayan ve bu rakamın çok daha üzerilerine maruz kalıp yine de çok daha az zararlarla bu doğal afetleri atlatan ülkeler vardır. Demek ki doğal afetlere karşı yeterince hazırlıklı değiliz. Büyük şehirlerde dere yataklarının imara açılması, kontrolsüz kentleşme, betonarmenin kontrolsüz artışı, mega projelerin bu afetlere karşı planlamasında görülen eksiklikler maalesef bir doğal afetin bizlere etkisinde çarpan işlevi görmektedir. Nitekim bunun somut örnekleri olarak da son birkaç günde yaşadığımız iki sel felaketi gösterilebilir.
İnsanoğlu doğaya karşı bencil bir tavır sergilemektedir. Ancak bir gerçek vardır ki o da; doğanın bizden daha bencil olduğudur. Doğa biz olmadan da var olabilir, ancak o olmadan biz var olamayız. Bilim insanları tarafından açıklanan verilerde de 6. kitlesel yok oluşa girildiği belirtiliyor. Yani doğa daha önce de zorluklar yaşadı ve hepsinin üstesinden geldi. Yine gelecektir, biz olsak da olmasak da. Bu sebeple doğaya karşı tutumumuzu bir daha gözden geçirmekte fayda vardır. Çünkü doğanın sellerden daha sert cevapları vardır. Bu cevapları belki önleyemeyiz, fakat yine de umarım daha hazırlıklı oluruz…