Sebastiao Salgado, 1944 yılında sekiz çocuklu bir çiftçi ailenin altıncı çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı. Ancak bir çiftçi olmak niyetinde değildi. Doktora düzeyine kadar iktisat eğitimi aldı, fakat o bir ekonomist de olmayacaktı. Salgado’nun tüm yaşamı onu olması gereken işe doğru hazırlamıştı sanki, artık sadece bir kıvılcıma ihtiyacı vardı. Eşi, Afrika’da iken kendisine bir fotoğraf makinesi hediye ettiğinde o kıvılcım çakılmıştı ve dünya tarihinin gördüğü en iyi fotoğrafçılardan biri artık amacını bulmuştu.
Fotoğraflarında kullandığı muhteşem teknik ve bizlere sunduğu siyah beyaz dünya, sanatçının eleştirdiği tüm durumları bizlere aktarmasında oldukça güçlü silahlardı. Sanatçı başarısının sırrını da şu sözlerle ifade ediyordu: “Bir fotoğrafın daha iyi ya da kötü olmasından bahsediliyorsa bu, fotoğrafçının çektiği insanla ne kadar yakın ilişkide olduğuna bağlıdır.”
Gelir adaletsizliği, çocuk işçiler, mülteciler, insani olmayan çalışma koşulları, savaş ve üçüncü dünyada yaşanan her türlü dram onun muhteşem etkileyicilikteki karelerinin ana temalarını oluşturmaktadır. Sanatçı yeri geldiğinde fotoğraflarını çektiği işçilerle aynı koşullarda çalışıyor, yeri geldiğinde ise savaşın en tehlikeli alanlarına girmekten tereddüt etmiyordu. Tüm bu başarıları elbette hak ettiği karşılığı alıyordu, ancak bana göre onun çabalarının tam karşılığı yoktu. Sanatçı, “legion d’honneur” (Fransa hükümeti tarafından verilen en yüksek nişan) ödülünü aldı ve şu anda da dünyanın en iyi fotoğrafçılarından biri olarak kabul görmektedir. Etkisi öyle güçlüdür ki Kodak, sadece Salgado yüzünden Tri-Max filmlerin üretimini durdurmaktan vazgeçmiştir. Leica ise yeni bir objektifi piyasaya çıkarmadan önce Salgado’ya danışmaktadır. Eğer o beğenmezse de piyasaya sürmekten vazgeçmektedir. Yine ünlü fotoğraf ajansı Magnum’u batmaktan kurtaran kişi de Salgado’nun ta kendisidir. Hatta kendisine Brezilya Cumhurbaşkanlığı için teklif dahi sunulmuş, ancak o eğer teklifi kabul ederse bir yalancıya dönüşebileceği için reddetmiştir. Fakat tüm bunlara rağmen beni onun hakkında en çok etkileyen unsur, bilinen en meşhur çalışması da olan “İşçiler” (Workers) olmuştur.
1986 ve 1992 yılları arasında sanatçı tam 26 ülke gezerek işçi profillerini ortaya çıkaran muhteşem bir proje ortaya çıkarmıştır. Çoğu eleştirmenlere göre Workers, Karl Marx’ın Manifestosu’ndan sonra yazılan en iyi manifestodur. Gerçekten de sanatçının işçiler ve onların yaşadığı adaletsizlikler üzerine duyarlılığı inanılmaz bir seviyededir. Sanatçı ününün doruğundayken bir anda kimseye haber vermeden ortadan kaybolur ve üç sene boyunca kimse Salgado’dan haber alamaz. Brezilyalı şeker kamışı işçileri arasında geçen üç yılın ardından elinde 240 bin kare fotoğraf ile geri döner. Çektiği bu fotoğrafları bir kampanya ile satar ve elde ettiği gelir ile de toprak satın alıp onu aralarında üç sene yaşadığı tarım işçilerine bağışlar.
Dünyanın en güzel kalpli fotoğrafçısı bir söyleşisinde “Umuyorum ki sergime gelen ziyaretçilerle, gidenler aynı kişiler olmasın.” ifadesini kullanır. Ben de hayatınıza önemli bir dokunuş yapması için onun muhteşem fotoğraflarından bazıları ile yazımı noktalıyorum. Dünyada Sebastiao Salgado gibi insanların artması ümidimle…