Eserlerinde sık sık yalnız insanlarla, yalın mekanlarla, ağaçlarla, sakin evlerle ve sokaklarla rastlaştığımız Edward Hopper, 1882 ve 1967 yılları arasında yaşayan Amerikalı bir ressam. Eserlerini “Zamanın Amerika’sını değil, kendimi resmettim.” diye tanımlayan Hopper, en çok da kadınların iç dünyasını konu almış ve modeli olarak da biricik Jo’sunu kullanmış. Belki de Hopper, bu resimlerinde aslında bizlere 1924 yılından itibaren 43 yıl boyunca birbirlerini sevdikleri, dövdükleri, yer yer de ısırdıkları Jo’nun iç dünyasını anlatmıştır.
Her zaman çizmeyi en sevdiği şeyin bir eve vuran güneş olduğunu söyleyen Hopper’in resimleri, tıpkı bir olayın ya da filmin can alıcı sahnesinin bir an öncesinde ya da sonrasında resmedilmiş hissi uyandırıyor. Resmin ortasında genellikle bizimle hiçbir iletişimde bulunmayan, tek başına kendi dünyasına gömülmüş bir karakterle karşılaşıyoruz. Bir de bu karakteri gölgelemeyen sakin, yalın bir evle…
Bende de tıpkı Hopper’in resimlerindeki gibi sessizliğin içinde bakma isteği uyandıran bu resimler, fotoğrafçı Richard Tuschman’ı da etkisi altına almış olacak ki, fotoğrafçı bu resimlerden ilham aldığı bir seri oluşturmuş. “Hopper Meditations” ismini verdiği serisinde sanatçı, resimlerdeki atmosferi hayata taşıyıp modellerini önce düz bir arka planda fotoğraflamış. Daha sonra da kimisini yaptığı, kimisini ise aldığı küçük oyuncak evlerle modellerinin fotoğraflarını birleştirmiş. Ortaya da Hopper’ın karamsar paletinden ilham alınıp yeniden yaratılan, şehrin yalnızlığından ve kendi dünyasına gömülmüş insanlardan oluşan bir seri çıkmış:
Hopper’ın yukarıda fotoğrafı yer alan “Sabah Güneşi” resmi sadece fotoğrafçı Richard Tuschman’a değil, birçok ressama ve yönetmene de ilham olmuş.
Görsellerin telif hakları Richard Tuschman’a ve Eward Hopper’in mirasçılarına ait olup https://www.richardtuschman.com/ sitesinden edinilmiştir.