Merhabaa 🙂
Bugün sizlere ölen kişinin bir güneş gibi batacağına ve okyanuslarda yıkandıktan sonra yeniden doğacağına inanan Eski Mısırlıların mumyalama sanatından bahsedeceğim.
Eski Mısır’daki inanca göre ölen insanların ruhları yaşamaya devam eder. Fakat bu ruhların yeni yaşamlarını sürdürebilmeleri için önce bedenlerini bulmaları gerekir. Eğer ruh bedenini bulamazsa acı içinde kalır. Bu sebeple ölüler mumyalanır, ruhların bedenlerine kavuşması ve sıradaki yaşamları için hazırlık yapılır.
Mumyalama tekniğinden önce Eski Mısırlılar, cesetlerini beline kadar kuma gömerek çürümeden korunmaya çalışırlarmış. Daha sonra yaşanan hırsızlıklar sebebiyle oda şeklinde kapalı mezarlar yapmaya başlamışlar. Bu odalara cesetleri eşyalarıyla beraber gömüyorlarmış, fakat çürümenin önüne bir türlü geçemiyorlarmış. Hem hırsızlık hem de çürümenin önüne geçebilmek için de mumyalamayı geliştirmişler.
Mumyalama işlemi zenginlik ve statü derecesine göre krallarda, askerlerde, halkta farklılıklar gösterir. Ve bu işlem Mısır’da o kadar önemlidir ki, hem cerrahi hem dini bilgisi olmayan rahipler dışında kimse mumyalama yapamaz. Her işlemi de ayrı ayrı alanında uzmanlaşan kişiler yapar ve bu işlemler onların meslekleri olur; kefen bezi üreticilik, ölü yıkayıcılık, mezarcılık, rahiplik, mezar süslemesi ressamlığı gibi…
Üç gün kadar bekletilen cesedin mumyalama işlemi için palmiye yağı, sodyum bikarbonat, natron, talaş, kalsiyum, kokusu için çeşitli aromalar ve baharatlar, demir tozu, en önemlisi de zift kullanılır.
Mumyalama işleminin ilk aşaması cesedin yıkanmasıdır. İbu denilen yere yatırılıp yıkanan cesedin daha sonra beyni, bedenine hiçbir zarar verilmeden çengel yardımı ile burundan dışarı çıkartılır. Çünkü Eski Mısır inancına göre beynin bir önemi yoktur, hayatın kaynağı kalptir.
Daha sonra vücudun sol tarafına odsidye denilen cam ile açılan küçücük bir delikten kalp dışındaki bütün organlar çıkartılır. Boşlukların temizlenip aromatik esanslar, kokulu bitkiler, kimyon ve tarçın ile karıştırılmış samanla doldurulmasının ardından küçücük delik tekrar dikilir, organlar kavanozlara konulur. Cesedin gözlerinin yerine de, gerçek gözlerine benzer şekilde boyanmış taşlar konulur. Ceset bandajlarla sarılır, statüsüne göre kırk ile yetmiş gün arasında bekletilir ve kurutma işleminin ardından kadın mumyalar sarıya, erkekler de kırmızıya boyanır.
Ve mumya artık hazırdır. Ruhun bedenini bulabilmesi için yapılması gereken son bir işlem kalmıştır: Gömülme işlemi.
İç içe tabutlara konulan mumya ölünün değerli eşyaları, kanopelere konulan iç organları, ölüyü koruduğuna inanılan küçük heykelcikler ve ölü kitabı ile mezara konulur. Bahsettiğimiz bu mezarlar ise kurgan ismindeki odalardır.
Gelelim mumyalama sanatının en önemli kısmına, yani ruhani kısmına…
Eski Mısır’da ruhun üç bölümden oluştuğu düşünülür. Bunlar Ba, Ka ve Akth’dır.
Ba: İnsan başlı kuşa benzeyen bir yaratıktır. Ruhun bu bölümü ölünün kimliğini ve karakteristik özelliklerini taşır. Bu kuş özgürlüğüne düşkündür ve mezara hapsedilemez. Sürekli mezardan çıkıp dolaşır ve ölen kişinin de aslında o mezarda kalmayacağını, özgürlüğüne kavuşup kuş gibi uçacağını gösterir.
Ka: İnsanı yansıtır ve ona benzetilir. Kafasının üzerinde dua eden şekilde duran iki kol vardır. Ölümden sonra bedeni tekrar canlandırabilmek için bedenin ve mezarın koruyuculuğunu yapar. Bedenin başında bekler ve mezarı asla terk etmez.
Akth (İbis Kuşu): Ruhun bu bölümü ölümsüz ve bağımsızdır. Ölünün bütün yolculuklarında ona eşlik eder ve yanından hiç ayrılmaz.
Ruhun bu üç bölümü ölüyü tekrar canlandırmak için korumaları gerektiğine inanırlar.
Mumyalama işlemindeki en yetkili kişi baş rahiptir ve görevini Anubis’i, yani mumyalama tanrısını simgeleyen bir maske takarak yapar.
Çakal Başlı Anubis, ölüler kentinin ve ölülerin koruyucusudur. Çakallar, mezarların başında dolaştığı için çakal başlı olarak tasvir edilir. Eski Mısır’daki inanca göre mahşer gününde Anubis, adalet terazisi ile ölülerin kalbini tartar. Terazinin bir tarafına mumyada ölüye ait tek organ olan kalbini, diğer tarafına da adalet tanrıçasının tüyünü koyar. Eğer ölünün kalbi tüyden hafifse yazının en başında da söylediğim gibi ölünün ruhu gökyüzüne yükselir ve yeniden doğar. Tüyden ağır gelirse de ruh, yılanlarla dolu yer altı diyarına gönderilir ve orada acı içinde kalır.
Eski Mısır duası ile yazımı noktalıyorum:
“Ey hükümdar güneş,
Ey insana hayatı veren bütün diğer Tanrılar.
Beni alın, beni tanrılarla birlikte yaşamaya götürün.
Çünkü ben, annemin ve babamın bana gösterdiği bütün tanrılara tapındım ve saygısızlık etmeden temiz bir hayat sürdüm.
Bedenimi yaratanları onurlandırdım. Kötülük yapmadım, ne kimseyi katlettim ne de benimle tartışan birini sakat bıraktım.
Pişirilmesi yasaya aykırı şeyler yedimse ve içtimse bu hatayı kendim yüzünden değil, (midesini göstererek) şunlar yünden yaptım.”
Ölen insan, kalbi dışında tüm organlarından ayrılarak aslında günahlarından da kopmuştur. Çünkü daha önce de söylediğim gibi, bu inanca göre hayatın tek kaynağı kalptir…
[WPGP gif_id=”4205″ width=”600″]