2020, umut beklentilerinin aksine birçok felaketi beraberinde getirdi. Salgın hastalıklar, ekonomik kriz ve daha birçoğu.
Kadın cinayetleri ve şiddet de bu kötülük silsilesinin içinde maalesef. Yılın ortasında olduğumuz halde 100 den fazla kadın, erkek şiddeti sonucu hayatından oldu. Bu acılar silsilesi bir kavramı hayatımıza soktu maalesef. Maalesef diyorum zira bu söylem üzerine konuşmak bile, bizler için utanç kaynağıdır. Bugün de ne yazık ki Pınar Gültekin isimli gencecik bir kızımızın cansız bedeni bulundu ve cinayete kurban gittiği ortaya çıktı.
“Kadın cinayetleri politiktir”
Aslını isterseniz bu söylem, teknik anlamda tartışma konusu olamaz zira yaşantımız içinde olan her şey politiktir. Ancak burada verilmek istenen bir mesaj vardır ve kişisel olarak bu mesajı haklı buluyorum. Dünya, 21. yüzyılda hiç olmadığı kadar hızlı değişiyor ve artık kadınlar sosyal hayata daha fazla entegre olmuş haldeler. Zira baskı düzenlerine direnebiliyorlar ve örgütlü olarak da daha güçlüler. Olmalılar da…
Ancak her değişim sancılıdır ve yeni düzende kendilerine yer bulamayanlar genelde öfkeli olurlar. Aslını isterseniz bu yeni bir durumda değildir. Ancak bu öfke kontrol edilmeli ve yeni düzene sağlıklı bir şekilde entegre edilmelidir. Peki bu zorlu görevi kim üstlenmelidir? diye soracak olursak, cevap oldukça basittir: ‘Meşru Otorite’
Günümüz diliyle bu görevi devlet üstlenir. Değişimleri önceden öngörür, bunun “eğitim” ile alt yapısını hazırlar ve kolluk kuvvetleri ve yargı ile denetimini tahsis eder. Zira öfke kontrol edilmezse, toplumda anarşi yaratır ve güçsüz olarak hedef gösterilen gruplar, sistematik olarak elimine edilmeye çalışılır.
Devlet, bütün vatandaşlarını koruyup kollaması gereken bir yapıdır ve bu yüzden bu durumun oluşmasını asla istemez. Ancak bazen karar alıcılar, bu kaos halinden beslenen bir yapının içinde yer alabilirler ve bu durum toplum nezdinde hiç de iyi olmayan bir durumdur. Bu durumlarda toplum, devletin tahsis ettiği adaletin meşruluğunu sorgular ve kendi adaletini tahsis etmek ister. Bu süreç ise toplumların kanseri olan “Linç Kültürünü” doğurur.
Günümüzde sosyal medyanın bilinçsiz kullanımı sonucunda insanlar arasında bu linç kültürünün arttığını üzülerek takip etmekteyim. İnsanlar bütün öfkelerini sınırlandırılmış metin söylemlerine ve emojilere kusuyor.
SOSYAL MEDYA KİTLELERİN GAZINI ALIYOR
Durumdan haklı olarak şikayet ediyor ancak mücadele etmek istemiyor. Çünkü sosyal medya, amiyane bir tabir ile kişilerin gazını alıyor. Oysa insanlar devletten istemeliler. Haklarını, refah ve sağlıklı bir yaşamı talep etmeliler. Devletin varlık sebebi bu değil midir? Bu baskı hali, siyasileri harekete geçirecek olan haldir. Aksi halde onlardan yaşadığımız acı olayları kınamaları dışında hiçbir şey alamayız. Eğer alamazsak; devlet-vatandaş ilişkisi zarar görür.
Sizden sitem etmemenizi, insanlığa leke süren suçlara ses çıkarmamanızı istemiyorum. İsteyemem de… Ancak sesinizin bir işe yaradığından emin olun.
Sosyal medya, adaleti sağlayamaz. Bu gerçeği idrak etmek zorundayız. Sabah programları adaleti sağlayamaz. Kanun yapıcılara, eğitim planlayıcılara baskı kurmalı ve onlara sesimizi yöneltmeliyiz. İstemeliyiz!
Zira dostlar sadece iki seçenek var dahil olabileceğimiz: “Ya kötülüğü kabullenir ve alışırsın ya da kötülüğün karşısında olur ve mücadele edersiniz.”
Kendinizi hemen kötülüğün karşısındaki kişiler olarak görmeyin. Milyonlarca insan böyle düşünüyor ancak mücadele etmiyor ve bir süre sonra bu duruma alışıyor. Alışmayın!