“Diğer ressamların kıskançlığı başarımın termometresi olmuştur hep.” diyen Salvador Dali, 11 Mayıs 1904’te İspanya’da dünyaya geldi. Dali doğmadan kısa bir süre önce annesi ilk çocuğunu kaybetmişti. Onun da ismi Salvador’du ve iki kardeş birbirine çok benzediği için ailesi çocuklarının yeniden doğduğuna inanıyordu. Bunu beş yaşındayken Dali’ye de açıkladılar ve o da kendisinin abisinin reenkarnasyonu olduğuna inanmaya başladı. Hayatı boyunca bunun izlerini taşıyan Dali 1973’te bu cümleleri yazdı:
“Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümeye başladım. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında. Belki de benden çok onu… Babamın sevgisinin bu sınırları, yaşamımın ilk günlerinden itibaren çok büyük bir yara oldu benim için.”
Oğlunun resme olan yeteneğini fark eden annesi onu on yaşındayken bir resim kursuna yazdırdı ve Dali ‘Hasta Çocuk’ isimli ilk self-portresini yaptı. On beş yaşına geldiğinde ise ilk sergisini açtı. Akademik hayatta pek tutunamayan Dali anarşist eylemleri sebebiyle bir süre hapis yattıktan sonra son finallerine giremeden okuldan atıldı.
İlk kişisel sergisini Barcelona’da açan Dali, 1926 yılında Paris’e giderek çok sevdiği Pablo Picasso ile tanışma fırsatı buldu. Yaptığı resimler her zaman dikkat çeken ve sık sık eleştirilen ünlü ressamın bundan sonraki eserlerinde Picasso’nun etkisi belirgin oldu.
Picasso kendini komünist olarak tanımlamaktaydı. Dali ise o dönemlerde faşizmi destekliyordu ve bu durum iki dostun arasının kısa süreliğine bozulmasına neden oldu.
1927 yılında askerlik hizmetinden sonra Sanat Karşıtı Katalan Manifesto’sunu yazan Dali, bu bildirisinde sanatta modernizmi ve fütürizmi savundu. Daha sonra Katalan olmasına rağmen İspanya İç Savaşı’nda General Franco’ya desteğini açıklayan Dali, büyük çoğunluğu Marksist olan, diğer sürrealist sanatçıların da tepkisini çekti.
Apolitik olduğunu savunan ve politikayı kansere benzeten Dali’nin tepki çeken bir diğer tutumu ise Hitler’e olan takıntısıydı. Bazı resimlerinde de Hitler’e yer vermişti.
Resim dışında heykel, fotoğraf ve filmle de ilgilenen Dali’nin hayatının ve sanatının seyrinde 1929 yılı çok etkili oldu. Sesini duyurmasını sağlayacak olan ‘Bir Endülüs Köpeği’ isimli kısa filmini bu yıl çeken Dali, sürrealist akımın önde gelen sanatçılarından André Breton ve Paul Éluard ile de aynı dönemde tanıştı. En önemlisi ise ileride aşkı, arkadaşı, ilham kaynağı, modeli ve danışmanı olacak olan Gala ile tanıştı. Gala, Rus bir avukatın kızı ve sürrealist şair Paul Eduard’ın eşiydi.
Dali, Gala’yla ilk tanıştığında onun baskın karakterinden etkilendi. Gala ise onun ilgi isteyen ve resim yapabildiğini iddia eden genç bir züppe olduğunu düşündü. Ancak sonra onun yeteneğinden çok etkilendi. Birlikte resim üstüne saatlerce konuştular, uzun yürüyüşler yaptılar ve git gide birbirlerine bağlandılar.
Resimlerini paranoyak-eleştirel tekniği ile yapan Dali, bu tekniğinin icadında Freud’dan etkilenmişti. Tekniğinin amacı bilinç dışı sembol ve düşünceleri açığa çıkarabilmek, rüyalarına ulaşıp bunları bir malzeme olarak kullanmaktı. Bunun için elinde kaşıkla ya da içinde anahtar olan kaseyle uyumak gibi alıştırmalar yaptı. Uykuya dalar dalmaz elindekiler düşüyordu ve hemen kalkıp uykuya dalma aşamasında hayal ettiklerini çiziyordu.
Dali aynı zamanda paranoid kritik yöntemini de icat etmişti. Bu teknikle bilerek mantıksız ve absürt önermeler yaparak kendisini paranoid bir ruh haline sokuyor, daha sonra duyguları tam olarak irrasyonel hale geldiğinde bu halet-i ruhuye içerisinde çizimlerini yapıyordu.
Tekniklerini geliştirmesinde esin kaynağı olan Freud ondan “Dali’nin gözleri; hep büyüleyici bir dünyayı keşfediyordu. Dali hiçbir zaman taptığı esin perisi Gala’dan ayrılmadı, eve kendine duyduğu ihtiyaçtan daha fazla bir ihtiyaçla ona bağlıydı.” diye bahsetmişti.
Dali, tanıştıkları andan itibaren sürekli Gala’yı resmetmeye başladı. Çok ilgisiz resimlerinde bile tablonun bir köşesinde Gala’ya yer verdi. Gala artık onun ilham perisiydi. Birbirleri için yaratıldıklarına inanan ressam ve modeli… Dışarıdan mükemmel bir çift gibi görünüyorlardı. Ama aslında Gala, Dali’yle birlikte olabilmek için çok sevdiğini söylediği kocasından boşanmak ve kızını Paris’te bırakmak zorunda kalmıştı. İlk yıllarda beş kuruş paraları yoktu ve Gala Dali’den on yaş büyük olduğu için Dali’nin onu bir gün bırakıp gitmesinden korkuyordu.
Tutkulu bir aşk yaşayan ikili 1934 yılında evlendi. Dali’nin sürrealizm sanatçıları ile ölene kadar sürecek bir çatışmaya girmesinin üzerine Amerika’ya taşındılar. Dali, burada ünlü animasyoncu Walt Disney ile birlikte Destino isimli çizgi filmi yaptı. Burada çalıştığı sekreterlerinin maaşlarını para yerine resimleriyle ödedi ve zaman içinde değerlenen resimler, sekreterlerini milyoner etti. Arkadaşlarıyla sık sık büyük yemekler düzenleyen Dali, benzer bir yöntemi hesap ödemelerinde de kullandı. Tüm hesabı ödemek için yazdığı çekin arkasına karikatür/resim çiziyordu. Çekler artık bozdurulamıyordu, ancak maddi olarak değerleri artıyordu.
Dali, 1949 yılında memleketi Katolanya’ya geri döndü. Gala ve bir leopardus pardalis (karıncayiyen) olan evcil hayvanı Babou ile birlikte Pubol kasabasında bir şato satın alıp orada yaşamaya başladılar.
Bundan sonraki dönemlerde eserlerinde DNA, atomik çözünme, hiperküp gibi modern bilimin bazı kavramlarına yer vermeye başladı. Hiroşima’da gerçekleşen nükleer faciadan oldukça etkilenen ünlü ressam, “nükleer mistisizm” adını verdiği bu dönemde tuvale boya fırlatma, optik yanılgılar ve hologram gibi teknikleri denedi.
“Önceleri sadece kendime hayranlık duyardım. Bundan böyle, bana benzeyen Heisenberg’e hayranlık duyacağım.” diye bahsettiği fizikçi Heisenberg’in bilimine, Hiroşima faciasına ve DNA’nın yapısına merak saran Dali’nin sanatının ana parçaları artık bunlar oldu.
1962 yılında Barcelona sel felaketinde hayatını kaybeden binlerce kişinin anısına bir tablo yaptı.
“Galacidalacidezoksiribonükleikasid” adını verdiği tabloda bilim ile dini bir arada anlattı. Okunuşu oldukça zor olan bu ismin Dali’ye göre hece hece anlamı şu şekilde;
Gala: Hayatının aşkı, ilham kaynağı ve eşi
El Cid: 11. yüzyılda Berberilere karşı savaşmış İspanyol kahraman
Ala: Allah’ın kısaltılmış hali
Deoksiribonükleikasid: DNA’nın açık hali.
DNA’nın yapısını Gala ile olan ilişkisine benzeten Dali bunu “Tıpkı Gala ve benim gibi birbirine tam uyan bu iki yarı, hiç şaşmadan bir açılıp bir kapanıyor. Hayat, deoksiribonükleik asidin mutlak kuralına dayanıyor, kalıtıma o karar veriyor.” sözleriyle anlatmıştır.
1982’de Gala’nın ölümünden sonra neredeyse resim yapmayı bırakan Dali, ilham kaynağının mezarının bulunduğu Pubol kalesinde son eserlerini verdi.
Kalede çıkan yangından kurtarılan Dali, 23 Şubat 1989’da Figueras Hastanesinde, 84 yaşında öldü. Cesedi ilaçlandı ve Figueras’daki müzeye hakim olan dev kubbenin altına gömüldü.