İnsan garip bir canlı değil mi… Her şeyi bildiğini sanıyor, bilmediği gerçeği ile yüzleşene dek ve bu süreci yaşamının sonuna kadar tekrar ediyor. Sürekli kırılıp paramparça olan ve daha sonra tekrar birleşip tek parça olan ve daha sonra tekrar…
Bilmek… Bir şeyi bilmek nedir ki? Onu genel geçer bir doğru kılmak? Söz gelimi bir masa üzerinde duran bir elma, bir elmadır değil mi? Ağaçtan kafamıza düşen bir elma da bir elmadır. Azıcık ısırılan bir elma da bir elmadır. Ama hepsi farklı şeyler ifade eder. Yani bir elma, bazen sadece bir elma değildir.
“Engel” denilen şeylerde böyle değil midir? Kimimiz için durmanız gereken noktalardır, kimimiz içinse bir sonraki aşamaya geçmek için aşılması gereken bir eşik. Mesela “engelli” diye bir sınıflandırma yaparız. Zira bu sınıfa dahil olanlara yardım etmek isteriz. Zaten zor olan hayatlarını daha kolay kılmak için onlara bazı imtiyazlar veririz. Ne kadar da yardım sever bir düşünce değil mi? Dostlar inanın ama inanın hiç de düşünceli bir tavır değildir engelli olarak adlandırılan insanlara karşı yapılan bu tutum. Zira bu tutumun temelinde modern İktidarların kirli bir düşüncesi yatar.
Michel Foucault’ya göre modern iktidar, kendisine tabi kılmak istediği insanları mobilize etmek için bir “öteki”ye ihtiyaç duyar. Engelli olarak adlandırılan insanlar da bu ötekilerden birisidir sadece. Onlar, normal insanların yapabildiklerine erişemeyecek zavallılardır ve onlar, teşhir edilerek koruma altına alınmalıdır. Ancak birçok tabunun yıkılışına şahit olduğu gibi tarih, bu çirkin düşüncenin de yıkılışına şahitlik etmiştir. Zira Engelli olarak adlandırılan bu insanlar, onlara atfedilen bu engelleri defalarca ve defalarca aşmıştır. Bugün size bunun en güzel örneklerinden birisini aktaracağım.
Andrea Bocelli’yi…
Dünya’nın yaşayan en büyük 5 tenorundan birisidir Andrea Bocelli. O kadar yeteneklidir ki; Celine Dion, onun için bir demecinde için şöyle demiştir:
“Eğer Tanrı insan suretine bürünse, sesi kesinlikle Andrea’nınki gibi olurdu.”
Bu sav ne kadar doğru tartışılır ama bir gerçek var ki oda kendisinin insanı imrendirecek bir yeteneğe ve sese sahip olduğudur. Peki Andrea’nın hayatındaki her şey imrenilecek kadar mükemmel mi olmuştur hep? Gelin bu sorunun cevabı için kendisinin hayatına biraz göz gezdirelim.
Alessandro ve Edi Bocelli, uzun yıllar bir çocuğa sahip olmak isteyen ancak bu isteklerine bir türlü kavuşamayan bir çifttir. Bir gün Edi, hamile olduğunu öğrenir ve çift için her şey çok güzel gitmektedir. Ancak gebeliğin 4. Ayında Edi, ağrılı sancılar içinde hastaneye kaldırılır ve apandisit iltihabı geçirdiği saptanır. Tedavi için oldukça ağır ilaçlar kullanmak zorunda kalan Edi’ye, doktorlar yaşayabileceği sorunları aktarırlar ve uzun uğraşlar sonucu kürtaj için izin aldıklarını aileye iletirler. Zira o dönemin Katolik İtalya’sında kürtaj yaptırmak yasaktır.(1978’e kadar bu yasak yürürlükte kalmıştır.) Ancak aile, bütün tehlikeleri göze alarak çocuğun doğmasına karar verir ve 1958’in Eylül ayında oğullarını kucağına alırlar.
MÜZİĞE BAŞLAMA SERÜVENİ
Ona Andrea ismini verirler. Doktorlar, hamilelik döneminde çocuğun büyük ihtimalle bir sağlık problemi yaşayarak doğacağını aileye bildirmiştir ve nitekim dedikleri gibi de olur. Minik Andrea, Glokom Hastalığı ile doğmuştur ve sol gözü %100, sağ gözü ise %80 görme yetisinden yoksundur. Ayrıca alacağı en ufak bir darbe, dahi sağ gözünün de tamamen görme yetisini yitirmesine sebebiyet verecektir. Bu da 12 yaşında bir oyunda başına aldığı darbe ile gerçekleşir ve artık minik Andrea tamamen görmüyordur. Ancak ailesi, bu olumsuz atmosfere rağmen çocuklarının müziğe karşı yeteneğini keşfetmiştir ve onu 6 yaşından itibaren müzik eğitimine yönlendirir.
Andrea, önce piyano çalmayı öğrenir sonra flüt ve saksafon dahil bir çok enstrüman icrasında başarı sağlar. Ayrıca Andrea’nın ailesi, çocuklarının Braille (kabartma) alfabesi öğrenmesini teşvik eder. Andrea, bu gelişim sürecine binaen Pisa Üniversitesi Hukuk Bölümünü kazanır ve bu bölümü bitirerek bir süre avukatlık mesleğini sürdürür. Ancak Tanrı, Andrea’yı dünyaya bunun için göndermemiştir ve onun amacını bulması çok uzun sürmez. Zira Andrea, küçük yaşlardan itibaren müzikle olan bağını hep sürdürür ve deneyimli şeflerden eğitim alır.
Müzikteki profesyonel kariyeri ise; 1992 yılında İtalyan rock yıldızı Zucchero’nun, Luciano Pavarotti’ye yaptığı demo parçası “Miserere“ye eşlik etmesi ile başlar. L. Pavarotti, bu muhteşem yetenekten çok etkilenir. Ancak kendisinin dünya çapında bir müzisyen olmasını sağlayacak olan; duyulduğunda insanı sarsan bir şarkı olacaktır. O şarkının ismi: “CON TE PARTİRO(Veda Etme Zamanı)”dur. Gerek orijinali versiyonu gerekse de bu şarkının İngilizce çevirisi olan ve Sarah Brightman ile seslendirdiği “Time To Say Goodbye”, aylarca dünya listelerinde başı çeker. Böylece benim için; Pamukkale Turizm ile yaptığım Ege yolculuklarında defalarca dinlediğim o muhteşem şarkı doğmuştur artık.
Andrea Bocelli, birçok başarılı projeye imza atmıştır ve atmaya da devam ediyor. Kendisi o kadar büyük bir isim ki; Corona virüs salgınının en fazla can aldığı ülke olan İtalya’da insanlara umut vermek için şarkılar seslendiren insan. O, umudun sesi. Tıpkı asırlar önce vatandaşı Guiseppe Verdi’nin oynadığı misyon gibi. Andrea Bocelli, Engelli yaftasının sadece zihinlerdeki bir engel olduğunu bizlerin suratına o muhteşem sesiyle haykıran büyük tenor ve söz yazarı. Sizlere kendisinin engelleri tuz buz eden o sesiyle veda ediyorum ve yineliyorum:
“Engeller, sadece zihinlerimizdedir.”