Latince ismi Ginkgo Biloba olan Mabet ağacı çoğunlukla Japonya ve Çin’de tapınakların bahçelerinde bulunur ve ağacın pek çok dilde mabet ağacı anlamına gelen ismi buradan gelmektedir. Dünya üzerinde yaşamakta olan en eski ve en yaşlı ağaçlardan birisidir.Doğal olarak sadece anavatanı olan Çin’de yetişmektedir.Fakat dayanıklılığı sayesinde birçok iklime adaptasyon sağlayabilmektedir. İstanbul’un ise hemen hemen her yerinde bulunmaktadır. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi bahçesinde, Ihlamur Kasrı’nda, Baltalimanı’nda ve Kanlıca’da Sabancı yalısının bahçesinde rastlayabilirsiniz. Uzun ayalı yaprakları fil kulağına benzer, bu özelliğiyle siz de bu ağacı diğerlerinden kolayca ayırt edebilirsiniz.
Vikipedi’nin tanımındaki başlangıç cümlesi aslında bu yazıda anlatacağım Ginkgo’nun ne kadar çarpıcı bir bitki olduğunun kanıtı : ”Günümüzde varlığını sürdüren hiçbir yakın türü veya benzeri bulunmayan, tamamıyla kendine özgü bir ağaçtır. Botanikçilerce, bitkiler (Plantea) alemi içindeki ayrı bir bölümde (Ginkgophyta) değerlendirilir. Bu bölümün içinde tek bir sınıf (Ginkgoopsida), sınıfın içinde tek bir takım (Ginkgoales), takımın içinde tek bir familya (Ginkgoaceae), familyanın içinde de tek bir cins olarak Ginkgo ve bu cinste de tek tür olarak Ginkgo biloba bulunmaktadır.”
Ginkgo biloba, Darwin’in living fossil dediklerinden sayılıyor. Darwin, bu terimi halen yaşayan, çok az evrimleşerek günümüze ulaşmış primitif organizmalar için kullanıyor. Böceklerin saldırısına uğramayan, hastalıklara dirençli, hava kirliliğine dayanıklı ve oldukça uzun ömürlü bir bitkidir.
Dayanıklılık konusunda en uç örnek Hiroşima’da yaşanmıştır. Atom bombasının patladığı noktaya 1-2 kilometre mesafede yer alan dört Ginkgo ağacı, bu alanda patlamadan sağ çıkan ve hayatiyetini bugün de sürdüren yegane canlı varlıklar olmuşlardır.
Gingko Biloba, Avrupa’da pek çok yerde yetiştirilmeye başlanmıştır. 19. yüzyıl bahçıvanları, kömür nedeniyle oluşan hava kirliliğine dayanabilen bu ağaçları Amerika’da pek çok şehre ekmişler.
Fakat ağaçlar olgunluk dönemlerine girdiklerinde meyve vermeye başlamışlar. Korkunç kokan bu meyveler nedeni ile ağaçların nefret edeni çoktur. Aslında meyveleri Çin’de yenmektedir. Batı dünyası bu ağaçla pek anlaşamamış görünüyor ki artık meyve verdikleri için dişi ağaçlar pek ekilmiyor. Onun yerine erkek ağaçlar dikilerek meyve probleminin önüne geçiliyor.
Ginkgo biloba yaprağının özütü tıpta beyin ve tiroid bezi dokuları için vazgeçilmez bir takviye olarak kullanılmaktadır. Beyindeki kan dolaşımı ve beyin hücrelerinin oksijen kullanımını artırdığı bilinmektedir. Nükleik asit ve protein sentezini hızlandırmaktadır. Nörolojik ve sinirsel hastalıklar üzerinde tedavi edici etkisi olduğu kaydedilmiştir. Özellikle beyin hücrelerini metal iyonlara karşı korumaktadır. Yapılan tetkikler sonucu ginkgo kullanıldığında beyindeki metal aktivitesinin azaldığı belirlenmiştir. Birçok ülkede araştırmalar yapılmış ve bu araştırmalar sonucunda kanser, alzeimer, kolesterol, diyabet, hipertansiyon gibi önemli hastalıklarda iyileştirici etkisi olduğu saptanmıştır.
Bu ağaç türü pek çok kişiye her açıdan ilham kaynağı olmuştur. Goethe’nin büyük bir sevgi beslediği Marianne von Willemer’e yolladığı “Gingko Biloba” şiiri adını Heidelberg Şatosu’nun bahçesinde sık sık ziyaret etmeyi sevdiği ağaçtan alıyor. Şiir, bu dönemde Goethe’nin Doğu dünyasına olan ilgisinin bir uzantısı olarak görülebilir. Ağacın yapraklarının formel yapısına referans veren dizeleri, her şeyin karşıtıyla var olabileceğini ve birbirlerini tamamlayarak bir olacaklarını vurgulamaktadır. Goethe’ye göre iki kişi ancak aşkla bir olabilir ve birlik ancak ikilikle mümkündür.
“Gingko Biloba”,
Johann Wolfgang von Goethe, 1815
{Doğudan bahçeme emanet / Şu ağacın yaprağı, / Tadımlık, gizli bir mânâ verir, / Bilgeyi işte böyle sevindirir. /
Canlı bir varlık mıdır bu? / İçten kendi kendini bölmüş. / Yoksa onlar iki güzîde midir, / Ki insan onları bir olarak bilir? / Böyle sorulara cevap vermek için, /
Galiba doğru anlamı buldum: /
Hissetmiyor musun şiirlerimde, /
Tek ve çift olduğumu benim?
(Johann Wolfgang von Goethe,
Doğu – Batı Divanı,
çev. Senail Özkan, Ötüken Neşriyat)}
Bu ağaçlar, dinozorlar da dahil pek çok türün yok oluşuna tanıklık etmiş, Buz Devri’ni atlatmış, endüstri devriminden atom bombasına insanoğlunun doğaya verdiği her zarara göğüs germiş nadir varlıklardan. Bitkiler âleminde ayrı bir sınıfa mensuplar ve neredeyse her iklime uyum sağlayabiliyorlar. Zaten şehir ağaçları olarak ekilmelerinin nedeni de bu müthiş adaptasyon güçleri ve dayanıklılıkları imiş. Belki de bu nedenle huzur,sağlık,aşk ve dayanıklılığın sembolü olarak görülüyorlar.
Milyonlarca yıldır neredeyse hiç değişmeden bugüne gelen gingkolar, dünya tarihinin tanıkları. Öte yandan binlerce yıl yaşadıkları düşünülürse insanlardan sonra da var olmaya devam edecekler. Yarattığımız tüm felaketlere rağmen doğanın güzelliklerinin var olacağına dair umutları canlı tutuyorlar. Muhtemelen bizsiz.