Üstünde yaşadığımız Dünya kendisini doğal mekanizması içinde sürekli yeniliyor. Bir mimar hassasiyeti ile işleyen bu süreç birbirinden güzel ve göz alıcı doğal güzelliklerin ortaya çıkmasına yol açıyor. Doğanın bu değişimi ise bazen çok yıkıcı bir şekilde olabiliyor. Seller, fırtınalar, hortumlar ve en etkili devinim aracı olarak depremler karşımıza çıkıyor.
KADİM METİNLERDE VE DİNİ KİTAPLARDA DEPREM ANLATISI
İnsanlığın, yeryüzünde var olduğu ilk andan bu yana kendisini en çaresiz hissettiği depremler antik çağlardan bu yana insanlığın en korktuğu doğal afet olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüm kadim metinlerde ve din kitaplarında depremlere ilişkin bir anlatı mutlaka vardır. Antik çağlarda insanlar yasadıkları doğal olayları hep bir tanrı ile ilişkilendirmiş ve onlara ilişkin anlatılarında yasadıkları bu doğal olayları anlamlandırmaya çalışmıştır. Eski Yunan’da her doğal afete bir tanrı veya tanrıçayla ilişkilendirilmiştir. Vebanın tanrısı Apollon’dur, kuraklıktan Zeus sorumluyken, büyük yangınlardan Hephaistos sorumlu tutulmuştur. Depremler ise deniz tanrısı Poseidon’a havale edilmiştir.
Tevrat, İncil ve Kuran’da depremlere ilişkin kıssalar ve anlatılar vardır. Bu üç dinin kutsal metinlerinde de depremler dünyanın sonu olan kıyametin bir alameti sayılmaktadır. Bu kutsal metinlerde yer alan anlatılar insanlığın deprem olgusu karşısındaki acziyetinin en net tezahürü olarak karşımızda durmaktadır.
Antik Anadolu kentlerinde yapılan arkeolojik kazılar, Anadolu’nun antik çağlarda da aktif bir deprem bölgesi olduğunu ortaya koymaktadır. Günümüzde İzmir sınırları içinde yer alan Efes ahalisi o zamanlarda da depremlerden nasibini almıştır. Güney sınırımızın en ucunda yer alan Hatay sınırları içinde yer alan antik Antioch kenti de sık sık depremlerin yıkıcı etkisine maruz kalmıştır. Kadim kent İstanbul, Constantinopolis olarak anıldığı günlerde de İstanbul’da yaşayanlar deprem korkusuna maruz kalmıştır.
DEPREMLERİN TOPLUMSAL YAPI ÜZERİNE OLAN ETKİSİ
Depremler antik kentleri bu şekilde bir yıkıma uğratırken toplumsal yapı üzerinde de önemli etkiler yapmaktadır. Depremleri ilahi bir uyarı olarak görme alışkanlığı o zamanlardan bu yana devam ede gelen alışkanlıktır. Depremler nedeniyle savaşlar sonlandırılmıştır. Antik İznik kenti Nikomedia’da yapılan arkeolojik kazılarda, bastırılan paralara deniz ve deprem tanrısı Posedio’nun figürünün basıldığı dönemlerin deprem zamanlarına gelmesi pek de tesadüf olmasa gerekir.
Depremler, tarih boyunca yer kabuğunda değişimler yaratırken, kentleri ve medeniyetleri de yıkıma uğratmaya devam etmiştir. İnsanların deprem karşısında yasadıkları travmalar, psikolojik ve sosyolojik değişimlere de yol açmıştır.
TARİHİN KAYIT ALTINA ALINAN EN BÜYÜK DEPREMİ: 1966 ŞİLİ DEPREMİ
Tarihte deprem kayıtlarının tutulmaya başlanmasından sonra kayıt altına alınan en büyük deprem 9.5 richter şiddetinde kayıt edilen ve 22 Mayıs 1966 senesinde Şili’nin kuzeyinde yer alan Valdivia bölgesinde yaşanmıştır. Uzmanlar tarihte çok daha büyük şiddette depremlerin mutlaka yaşanmış olduğunu belirtmektedir.
Bilimsel olarak kaydedilmiş bir veriye dayanmasa da 18. yüzyılın en büyük depremlerinden birisi 1 Kasım 1755 sabahında Lizbon yakınlarında Atlantik Okyanusunda meydana gelen deprem olmuştur.
Bu büyük deprem, Lizbon kentini ve Portekiz İmparatorluğunu büyük bir yıkıma sürüklemiştir.
Günümüzde uzmanlar depremin Lizbon’dan 200 km uzaklıkta Atlantik Okyanusu’nda meydana geldiğini ve büyüklük olarak da 9 Richter büyüklüğünde olduğunu tahmin etmektedirler.
75.000 İNSANIN ÖLÜMÜ
Deprem sonucunda Fas, Portekiz ve İspanya’da bir çok bölge etkilenmiştir. Lizbon kentinde deprem ve ardından oluşan tsunami sonucunda çoğu depremin ilk gününde olmak üzere, deprem sonrası çıkan büyük yangınlarında etkisi ile depremi takip eden ilk haftada 75.000 insanın öldüğü değerlendirilmektedir. O tarihlerde Lizbon kentinin nüfusunun 200.000 civarında tahmin edildiği göz önüne alınırsa, bu sayının ne kadar büyük olduğu anlaşılacaktır.
Depremin ilk gününde ölümlerin 40.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. İlk gün bu denli can kaybının olması ise deprem meydana geldiği anda Lizbon’da azizler günü kutlamalarının yapılıyor olması önemlidir. Kentte yaşayanların büyük çoğunluğu depreme azizler günü ayinin esnasında kiliselerde yakalanmışlardır. Çöken kilise çatıları altında binlerce Lizbonlu can vermiştir.
VAKANİVÜSLERİN DEPREM ANLATISI
Vakanüvislerin anlatımlarına göre depremin ilk etkisi o derece şiddetli olmuştur ki, tüm kent büyük bir gürültü ile sarsılmıştır. Çıkan panikle şehirde yasayanlar sahile de toplanmıştır. O gün Lizbonlular için ikinci felaket sahilde meydana gelmiştir. Atlantik okyanusunda oluşan metrelerce büyüklüğünde dev dalgalar Lizbon limanını ve kıyı kesimini yutmuştur. Tsunami dalgaları geri çekildiğinde ise geride, çamur ve balçık yığınları içinde can vermiş Lizbonluların cansız bedenleri kalmıştır.
Lizbonluların o gün uğradıkları yıkım ve felaket deprem ve tsunami ile sınırlı kalmamıştır. Azizler günü için mumlar ve kandiller ile süslenen kent 5 gün aralıksız süren bir yangın fırtınasında kül olmuştur. Ahşap yapılar, birer çıra gibi yanmıştır. Çıkan yangının alevleri geceleri Lizbon’dan kilometrelerce uzaktan gözlemlenmiştir.
DEPREMLER SONRASI ALINAN ÖNLEMLER VE GELİŞEN SİSTEMLER
Depremler insanlığın gelişimine de ön ayak olmuştur. Her deprem sonrasında, bir sonraki depremden korunmanın önlemlerini arayan insanlık zaman içerisinde depremin yıkıcı etkilerini azaltıcı tedbirler geliştirmeyi başarmıştır. Depremin kendisinin tek basına yarattığı yıkıcı etkinin, yapıların depreme uyumsuz olması, halkın bilinçsizliği ve diğer bir çok etmen ile birleşmesinin, yıkımın boyutunu artırdığını gözlemlemiştir. Büyük Lizbon depreminden sonra da sismoloji ve jeoloji alanında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Deprem gözlem noktalarının yaygınlaşması, depremlerin kayıt altına alınması, hep büyük Lizbon depreminden çıkarımlar sonrasında gelişmiştir.
Ülkemiz, antik çağlardan bu yana bir deprem kuşağının üzerinde olan bir coğrafyadadır. Bu gerçek gelecekte de değişmeyecektir. Jeolojide yaşanan gelişmeler, biz insanların depremleri durdurma ve önceden öğrenme imkanının şimdilik olmadığını ortaya koymaktadır, gelecekte de bu durumun değişeceğini pek düşünmüyorum. Bu noktada bizlere düşen, yaşanan her depremden doğru sonuçlar elde ederek, bir sonraki depreme daha hazırlıklı olmaktır.
Elazığ’da geçtiğimiz günlerde yaşanan deprem, bir kez daha göstermiştir ki ülkemizde mevcut yapı stokumuz depreme dayanaklı değildir. Büyük Marmara depreminden bu yana, deprem sonrası önlemler ve koordinasyon konusunda hem devlet hem de toplum olarak önemli mesafeler almış durumdayız. Ancak halen yapıların güvenli kılınmasında alınacak çok yolumuz var.
Son Elazığ depreminin büyük İstanbul depremi açısından alınacak önlemler için ders olması temennisi ile yiten tüm canların ardından bir kez daha rahmet diliyoruz.