Sanatın sahip olduğu muazzam güç ile yarattığı değişimler inanılmazdır. Ancak bu etkili silahın tetikleme sistemine sahip kişi yine sanatçının ta kendisidir. Sanatın etki gücünün sınırları üzerine konuşmaya gerek yok. Zira böyle bir sınırlamadan bahsetmek biraz abes olacaktır. Öyleyse tarihin değişik dönemlerinde, sanatını oldukça etkili şekilde kullanan sanatçıları konuşmak daha mantıklı gibi..
Sanatçının sahip olduğu aydın vasfı bana göre onu topluma karşı sorumlu kılmaktadır. Bu sorumluluğu yerine getirenlerle toplum arasında daha güçlü bir bağ oluşur. Gerçekten de toplumcu olarak zikredilen sanatçıların daha ön planda olduğu söylenebilir bence(İstisnaları kesinlikle vardır). Bu savımı desteklemek içinde sizlere farklı dönem ve coğrafyalarda yaşamış iki sanatçıyı sunacağım. Bu sanatçılar: “Giuseppe Verdi” ve “Ümmü Gülsüm (Umm Kulthum)dür.
Giuseppe Verdi
Giuseppe Verdi 10 Ekim 1813 günü Parma Eyaleti’nin küçük bir kasabası olan Roncole’de doğdu. Babası yoksul bir kasaptı ve ailesinde daha önce kimse müzik ile uğraşmamıştı. Ancak Verdi’nin yeteneği küçük yaşta fark edildi ve bölge papazının yardımı ile org dersleri aldı. Daha sonra aynı eyaletteki Busetto şehrinde bir okulda eğitim almaya başladı. Burada ünü iyice artan Verdi, bölgedeki varlıklı bir iş adamı olan Barezzi tarafından keşfedildi. Barezzi’nin finansal desteği ile Milano Konservatuarı’na başvurur ancak seçici kurul tarafından yetersiz bulunup reddedilir. İlk büyük hayal kırıklığına yaşayan Verdi pes etmez ve Milano’da 2 sene daha kalıp özel dersler alıp opera eğitimi bir şekilde devam ettirir. Sonunda Busetto’ya dönen Verdi, Barezzi’nin kızı ile evlenir ve Busetto Orkestrası’nda şef ve orgcu olarak görev alır. Ancak karşıtları burada da Verdi’yi rahat bırakmayacaklardır. İlk operaları olan” Oberto(1839)” ve “Bir Günlük Kral(1840)”ı bu ortamda besteler ve eserler beklenen ilgi ve beğeniyi göremez. Ancak yine pes etmez ve onu İtalya çapında üne kavuşturacak eser olan ve 1842 yılında Milano’da gösterilen “Nabucco” adlı operasını yazar. Opera’da Verdi’nin taşıdığı özgürlük duyguları anlatılınca, o sırada Avusturya işgalinde olan İtalyanlar için bu eser çok fazla anlam içeriyordu. Bu durum Verdi’nin yaşamında bir dönüm noktası oldu. Ünlü bestekar İtalyanların ulusal duygularına hitap eden bir dizi opera daha kaleme aldı.”I Lombardi(1843)”, “Ernani(1844)”, “I Due Foscari(1844),” Alzira(1845)” ve siyasi iki opera olan “Attila (1846)” ve “La Battaglia di Legnano (1849)” bu dönemde yazılan ve Verdi’yi İtalya’nın tümünde ulusal bir kahramana dönüştüren eserlerdi. Gerçekten de Verdi, İtalyan Birleşmesi’nde en az Garibaldi kadar önemli bir yere sahiptir. Öyle ki yasaklanmış bulunan ‘viva I’italia’nın anlamını ‘viva Verdi’de bulduğu dönemde, Sardunya Kralı Victor Emanuel’in, birleşmiş bir İtalya tacına aday gösterilmesi üzerine halk bu kez Verdi’nin adında duygularını simgeleştirdi; V (ittoia) E (manuele) R (e) D’I (talia)..
Ümmü Gülsüm (Umm Kulthum)
Tıpkı Verdi gibi kendi kendi ulusu olan Arap toplumunda olağanüstü derecede sevilen Ümmü Gülsüm, 1900’lü yılların başında Mısır’da dünyaya geldi. Oldukça dindar bir insan olan Ümmü Gülsüm, küçük yaştan itibaren Kuran eğitimi alarak hafız oldu. Bu onun kendisine has olan o harika tarzının temellerini oluşturacaktı. Hatta bu sebeple kendisinden sonra Arapların en önemli sanatçısı olan Feyruz da Ortodoks bir Hristiyan olmasına rağmen Kuran eğitimi almıştır. Nüfusun büyük bir çoğunluğu Müslüman olan bir coğrafyada bu durum, onun sanatının etkisini kat ve kat arttırıyordu. 1936 yılında oynadığı filmlerle adını duyurmaya çalışan Ümmü Gülsüm bu sayede ülkemiz başta olmak üzere birçok ülkede adını duyurdu. Ancak onun kariyerindeki o büyük sıçrama 1937 yılından itibaren başladığı ve her perşembe gecesi yayınlanan radyo programları olmuştu. Ümmü Gülsüm’ün bu programları öylesine seviliyordu ki, bu saatlerde deyim yerindeyse Ortadoğu’da hayat duruyordu. Özellikle Mısır radyolarının bu dönemdeki gelişmişliği de onun sesini kilometrelerce uzağa taşıyabiliyordu. O “kevkeb-üş şark” yani “doğunun yıldızı”, Mısır’ın dördüncü piramidiydi.
Onun Araplar üzerindeki etkisi öylesine büyüktü ki, 1952’de Hür Subaylar Mısır’da darbe yaptığında eski rejime ait her şeyi yasakladılar. Ancak halktan gelecek tepkiler üzerine Ümmü Gülsüm’ün bu programına devam etmesine izin verildi. Zira bir süre sonra Nasır’ın Pan-Arabic politikalarında çok önemli bir yer edinecekti Ümmü Gülsüm. Zira kendisi çok büyük bir Mısır ve Arap Milliyetçisi idi. 1956 yılında Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdulnasır, Süveyş Kanalı’nı kamulaştırmak istediğinde Avrupa destekli İsrail orduları Mısır’a saldırmıştı. Mısır orduları ardı ardına utanç verici yenilgiler almakta, Kahire gün be gün bombalanmakta idi. Daha 8 yıl önce, Arap-İsrail savaşındaki büyük askeri felaketlerin sonucunda Filistin’in orta yerinde kurulan İsrail Devleti’nin travmasını atlatamamış olan Araplar, şimdi de Mısır’ı izliyordu.
Böylesine karanlık bir dönemde Ümmü Gülsüm, hem Mısır halkına hem de tüm Arap dünyasına moral verebilmek için Lübnan, Kuveyt, Tunus, Fas, Sudan ve Libya gibi Arap ülkelerine giderek konserler verip, kazandığı yaklaşık 2.5 milyon sterlini mücevherleriyle birlikte Mısır Hükümeti’ne bağışladı. Tüm bu gelişmeler onu Arapların gözünde apayrı bir yere getirdi. Ümmü Gülsüm Arap dünyasında o kadar çok sevilir ki, adı pek çok söylentiye konu olmuştur. Bunlardan birisi şöyledir: Libya’da 1969 yılında daha yeni yüzbaşı rütbesini kazanan 27 yaşındaki Muammer, on yıl önce kurulan Özgür Subaylar Hareketi’yle birlikte dönemin Libya Kralı I. İdris’i devirmek için harekete geçer. 12 Mart, darbenin yapılacağı gün olarak belirlenir. Darbeciler, her ayrıntıyı düşünmüşlerdir ama çok önemli bir şeyi atladıklarını son anda fark ederler. O gün Libya’da Ümmü Gülsüm’ün konseri vardır. Ve tarihte eşine az rastlanır bir şey olur; Libya’da darbe, konser yüzünden ertelenir.
Darbecilerle devirmek istedikleri Kral, yan yana aileleriyle birlikte konsere katılırlar. Birkaç ay sonra Muammer Kaddafi, başarılı bir darbe yapar ve iktidara gelir. Araplar için bu kadar önemli olan Ümmü Gülsüm, ölümünde de bu sevgiyle uğurlanmıştır. 1975 yılında öldüğünde Kahire’de 4.5 milyon insan cenazesine katılır. İnsanlar onun tabutunu bırakmak istemez ve sonunda megafonlardan kendisinin dindar bir kadın olduğu gerçeği insanlara hatırlatılır ve sonunda üzgün kalabalık tabutunu mezarına götürüp defin işlemlerini gerçekleştirir.
Birbirinden farklı iki tarih ve coğrafyada yaşayan bu iki sanatçının başarılarını salt milliyetçi duygulara dayandırmak şüphesiz onlara saygısız olur. Zira gerek Verdi gerekse Ümmü Gülsüm sanatsal olarak da çok üst seviyelerdeki sanatçılardı. Özellikle de Ümmü Gülsüm bugün bile Arapların gelmiş geçmiş en büyük ses sanatçısı kabul edilir. Ancak onların sanatını bu denli yücelten ana husus, içinden çıktıkları topluma ihtiyacı olan şeyleri verebilmeleridir. Selam olsun bu iki sanatçı ve onlar gibi daha nicesine…