Filmin Konusu
Spastik özürlü erkek kardeşi Anthony’yi bırakarak askere giden abisi Richard, döndüğünde Anthony’nin intihar ettiğini öğrenir. Bunun üzerine kendini tamamen izole ederek buna neden olanlardan intikam almaya yemin eder.
Yönetmen: SHANE MEADOWS
Senaryo: PADDY CONSIDINE, SHANE MEADOWS
Yapımcı: STEVE BECKETT, PETER CARLTON, WILL CLARKE, MARK HERBERT, LOUISE MEADOWS, TESSA ROSS, BARRY RYAN
Müzik: APHEX TWIN
Sinematografi: DANNY COHEN
Kurgu: CELIA HAINING, LUCAS ROCHE, CHRIS WYATT
Oyuncular: PADDY CONSIDINE, GARY STRETCH, TOBY KEBBELL, STUART WOLFENDEN
ANALİZ
2006 yapımı This Is England ile sinema tarihinde kendine özel bir yer edinen İngiliz yönetmen Shane Meadows’un filmin başrol oyuncusu Paddy Considine’le birlikte senaryosunu yazdığı 2004 yapımı Dead Man’s Shoes (Ölü Adamın Ayakkabıları) dışarıdan bakıldığında normal bir intikam filmi olarak görülebilir ancak türdaşlarından neredeyse her sahnesiyle ayrılır. Öncelikle filmimizin teknik bir analizini yapalım isterseniz. Yönetmen Shane Meadows özellikle This Is England ve Dead Man’s Shoes’da İngiliz varoşlarını, sokak kültürünü, başıboş çeteleri kadrajına alır. 2008’de çektiği bir diğer başyapıtı Somers Town ise hem sinema dili hem de tema olarak bu filmlerden oldukça ayrılan bir film.
Somers Town İle Birlikte Kıyıda Köşede Kalmış İki başyapıt
Çektiği bu suç filmleriyle bir nevi İngiliz Scorsese olarak da anılır Meadows ancak tam olarak da öyle değildir. Goodfellas, Casino gibi yeraltı dünyasını o denli kapsamlı anlatan bir film hiçbir zaman yapmamıştır ancak sokağın dilinden de kopamamıştır hiçbir zaman. Her şeylerini kaybetmiş, tutunacak hiçbir şeyleri olmayan sert, yalnız, bağımlı ve cahil sert erkekler Meadows sinemasının kemancıları gibidir. Yani kısaca baktığımızda Dead Man’s Shoes da This Is England kadar dünyayı sarsmasa da kesinlikle ondan daha kötü bir film değildir. Sadece Somers Town ile birlikte daha kıyıda köşede kalmış iki başyapıttır.
Görüntü yönetimine baktığımızda ise This Is England, Colin Firth’e en iyi erkek oyuncu dalında Oscar kazandıran King Speech, 2012’de ödüle boğulan Les Miserables, sinematografileriyle büyük beğeni toplayan ve Oscar ödüllü Room ve Danish Girl gibi filmlerde çalışmış olan İngiliz usta Danny Cohen’i görüyoruz. Cohen bu filmde özellikle Richard’ı filmin geçtiği İngiltere taşrasının tarlaları, ovaları, sokaklarında yürürken uzaktan geniş açıyla çekerek karakterin yalnızlığı, vicdan azabı ve pişmanlıklarına oldukça başarılı bir şekilde vurgu yapmış. Zaten bu sahnelerle birlikte filmin tamamına yayılan Aphex Twin imzalı nefis müzikler de Cohen’in işini kolaylaştırıyor ve görüntüyle müziğin kusursuz uyumunu ispatlıyorlar.
Yazının buradan sonrası filmi izlemeyenler için spoiler içermektedir.
FİLMDEKİ SAHNE ANALİZLERİ
Şimdi gelelim sahne analizlerine. Filmin diğer intikam filmlerinden oldukça ayrıldığından üst satırlarda bahsetmiştim, şimdi bunu sebepleriyle burada açıklayacağım. İlk olarak filmdeki öldürme sahnelerini neredeyse hiç görmüyoruz. Tam tersine kahramanımız Richard Sovyet yapımı bir gaz maskesi takarak kurbanlarını sürekli takip ediyor ve bunu yaparken de asla onlardan saklanmıyor, kendini sürekli gösteriyor. Burada da yönetmenin, senaryonun ve görüntü yönetmenin nasıl uyumlu çalıştıklarını anlıyoruz. Richard kurbanlarını gaz maskesiyle takip ettikçe onları psikolojik olarak müthiş biçimde yıpratıyor. Zaten uyuşturucu ve alkol sorunu da olan kurbanlar oldukça kolay biçimde Richard’ın hedefi oluyorlar. Filmin diğer intikam filmlerinden ve popüler sinemadan farkını ise şimdi anlatacağım şu sahnede göreceğiz:
Richard yüzünde gaz maskesi, elinde büyük bir çekiçle kurbanlarının saklandığı eve zemin kattan giriyor, karşısına intikam alacağı gruptan 3 kişi çıkıyor ancak üçü de uyuyor. Burada filmi ilk defa izleyecek bir seyirci veya normal bir gişe filmi seyircisi Richard’ın çekiciyle düşmanlarının kafalarını birer birer kırmasını bekler ancak öyle olmuyor.
Richard yanında getirdiği spreylerle onların yüzlerini boyuyor ve üzerlerine tehdit içeren yazılamalar yaparak evden ayrılıyor. Sahnedeki gerilim ise tavan yapıyor çünkü seyirci olarak biz sürekli orada bir katliam bekliyoruz. Sonrasında ise tek tek tüm düşmanlarını öldürüyor ancak biz sadece 2-3 tanesini görüyoruz.
Sahne analizlerinden bahsetmeye başlamışken filmdeki fazlaca flashback kullanımının anlamını ve nasıl başarılı şekilde kullanıldığından da bahsetmek istiyorum. Filmde final sahnesine kadar Richard’ın intihar eden kardeşi Anthony karakterin yanında duruyor, Richard sürekli onunla konuşuyor, ondan fikir alıyor, ona askere gidip onu yalnız bırakmış olmasıyla ilgili duyduğu pişmanlıklardan söz ediyor.
Buralarda biz elbette Anthony’nin orada olmadığını anlıyoruz ve nasıl öldüğünü merak ediyoruz. Shane Meadows da bunu bize flashbackleriyle anlatıyor. Richard’ın ilk ortaya çıktığı andan itibaren Anthony’yi intihara sürükleyen sürece şahit oluyoruz. Çetenin lideri Sonny’nin onu sürekli ezmesi, zorla kendisine oral seks yaptırması, başka bir kadınla seks yapmaya zorlaması, dövmesi, zorla uyuşturucu içirmesi, küfürleri gibi her şeyi görüyoruz. Tabi ki tüm bunları sadece Sonny değil tüm çete üyeleri Anthony’ye uyguluyorlar. Flashback sahnelerinin siyah beyaz olması da ayrı bir kalite katıyor bu sahnelere.
Tüm karakterlerin aslında yaşadıkları hayatın simsiyah, anlamsız olduğunu anlıyoruz. Günümüzdeki siyah beyaz film çekmek veya klasik filmlerin siyah beyaz gösterilmesi gibi değil asla, bu filmdeki siyah beyaz kullanımı çok yerinde ve oldukça anlamlı. Flashback’lerin hiçbir şekilde anlamsız olmayışı ve filme bu denli iyi yedirilmesinde de elbette kurgunun yadsınamaz derecedeki başarısını teslim etmek gerekiyor.
Şimdi gelelim filmin çok güçlü ve anlamlı olan final sahnesine. Richard, Sonny dahil tüm çeteyi öldürdükten sonra ekipteki en çekingen ve olayları sadece izleyen, yapılmasını tasvip etmeyen ancak engel de olmayan üyesi Mark’a gidiyor. Mark bir aile kurmuş, evi olan ve belli bir hayat rutinini yakalamış bir karakter ve bu yüzden de çeteden çoktan kopmuş. Onlardan farklı olduğu çok belli. Richard onu da evinin salonunda uyurken sessizce uyandırıyor ve bıçak dayayarak kardeşi Anthony’nin intihar ettiği yere gidiyorlar. Burada Richard’la konuşmaya başlıyor Mark ve onlardan nasıl ayrıldığını, Anthony’ye yapılanların hiç doğru olmadığını bildiğini, olaylara karışmadığını ancak engel olmadığı için kendisinin de suçlu olduğunu söylüyor Richard’a. Richard ise bu işin sonunda herkesi öldürdüğünü, artık kendisinin bir canavara dönüştüğünü ancak öldürdüklerinin de canavar olduğunu söylüyor. Ayrıca kardeşinden her zaman utandığını, ondan nefret ettiğini ve onun spastik özürlü oluşundan dolayı askere bilerek gittiğini söylüyor.
Yani aslında kendisinin de masum olmadığını ve bir cezayı hak ettiğini. Ve sonunda Richard bıçağını Mark’a veriyor ve kendisini öldürmesini istiyor, zor da olsa onu ikna ediyor ve bunu sonunda başarıyor.
Burada intikamını şu şekilde almış oluyor. Kendisini bu iğrenç, çirkin olaydan bir nebze de olsa aile kurup, çeteden ayrılarak soyutlayabilmiş olan Mark’ın da katil olmasını sağlayarak kardeşinin intiharına karışan kimseyi tertemiz olarak bırakmıyor. Kendisinin de ölmüş olmasıyla aslında bu hikayede kendisinin de kardeşini yalnız bırakarak suçlu olduğunu, sadece Anthony’nin temiz olduğunu bize söylüyor.
YILLANDIKÇA GÜZELLEŞEN BİR FİLM
İşte bu anlamlı finalle de filmimiz bitiyor. Son olarak toparlarsak Dead Man’s Shoes, diğer tüm intikam filmlerinden çok farklı, bir auteur’ün elinden çıkmış müthiş bir başyapıt ve hiçbir zaman eskimeyecek, bilenlerin az da olsa gün geçtikçe artacağı ve yıllandıkça güzelleşecek bir İngiliz filmi olarak sinema tarihindeki yerini alıyor.