Demokrasi kavramları ve özü (idealleri ve savunduğu şeyler) bakımından halkın en çok tasvip edeceği yönetim biçimidir. Halka ortak iyilik, eşitlik, toplumsal kalkınma, kendi liderini ve kendini yönetecek topluluğu seçme gibi sayısız vaatlerde bulunur. Yapı itibarıyla popülisttir ve bireyin-toplumun sempatisini kolayca kazanır. Bu da onu sorgulamamıza en büyük engeldir aslında. Fakat aydının görevi, kavramları sorgulamaktır. Joseph Alois Schumpeter, Vilfredo Pareto, Robert Dahl gibi isimler eserlerinde demokrasiyi mercek altına almış. Biz de onların yardımıyla demokrasi ile yüzleşeceğiz bu yazımızda.
Demokrasi Nedir ve Nasıl Yorumlanıyor?
Schumpeter’e göre demokrasi “kimler, kimleri, ne çıkarlar doğrultusunda” yöneteceği sorusunun cevabını aramaya çalışırken, zamanla halkın egemenliği, milletin iradesi gibi kavramlarla özdeşleşmiştir. Günümüzde demokrasi “insan haklarının ve özgürlüklerin savunucu konumundadır ve bu durum Schumpeter’i rahatsız eder. “Demokrasinin klasik doktrini” ismini verdiği yeni bir yaklaşım üretir ve demokrasiye yeni bir yorum getirir. Bu çalışmasında Schumpeter, demokrasinin 18. yüzyıldan sonra değişen algısına yeni bir eleştiri getirir ve bu durumu kritize eder.
Schumpeter Demokrasiyi Bir İllüzyon Olarak Yorumlar
Schumpeter demokrasiyi bir çeşit illüzyon olarak yorumlar ve teorikte hedeflenen durumun pratikte gerçekleşmediğini açıklar. Demokrasinin klasik tanımında öne çıkan “ortak iyilik”, “genel irade” gibi kavramları mercek altına alır. Bunu da demokrasi ile zıt olan diktatörlükle karşılaştırarak yapar ve Napolyon dönemi Fransa’sı üzerinden tezini oluşturur. O dönemde bile demokrasiye ait olduğu savunulan yüksek değerlerin daha çok yaşatıldığını savunur. Örneğin ABD’nin Irak’ı işgalini ele alalım. Baas rejiminin elinde nükleer silah olduğunu ileri süren ABD “Irak’a demokrasi götürme” söylemiyle operasyon başlattı ve Irak halkı bugün dahi bu cafcaflı söylemin ve eşitlikçi (!) hareketin acılarını çekiyor. Ve herhangi bir nükleer silah bulgusuna da rastlanmadı. Schumpeter, “Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi” kitabında demokrasinin bu yüzünü şu şekilde ifade eder.
“Kendimizin demokratik bir yöntemle Hıristiyanları kovuşturan büyücüleri yakan ve Yahudileri katleden bir ülkede olduğunu kabul edelim. Hiç şüphesiz bu davranışlar demokrasinin işlem kurallarına göre gerçekleştiriliyor diye hoş göremeyiz. Hâlbuki aslında cevaplandırılması gereken soru şudur: böylesi sonuçları olan bir demokratik anayasanın kendisini, bunlardan kaçınmasını becerebilen ama demokratik olmayan bir anayasaya tercih edecek miyiz?”
Pareto’ya Demokrasiyi Nasıl Eleştiriyor?
Pareto ise Schumpeter gibi, demokrasinin getirdiği eşitlik ve ortak irade kavramlarını eserlerinde sorgulamıştır. Kapitalist toplumlarda eşitlik gibi kavramların sadece söylemde kalacağını ifade etmiştir. Bazı kişilerin ya da toplumsal grupların, toplumdaki öteki kişi ya da gruplara oranla çok daha fazla paraya ve prestije sahip olması, Pareto’ya göre demokrasinin vaad ettiği eşitlik kavramıyla uyuşmaz. Pareto bu gruplar elit olarak adlandırır. “Elitlerin yükselişi ve düşüşü” isimli eserinde, hükümetlerin, devlet kurumlarının, toplumların, sosyal yapının, ekonomik yapının, kısaca devlete ait her bir yapıtaşının değişebileceğini ve tarih boyunca da değiştiğini, fakat değişmeyen tek şeyin elitlerin varlığı ve yönetimde her zaman söz sahibi olmasını savunur. Pareto’ya göre elitler iktidara gelip güçlenebilir ve uzun süre hüküm sürebilir. Daha sonra ise iktidardan düşebilir. Fakat düştüklerinde yerlerine gelecek isimlerin de elit olacağına kuşku yoktur. Kapitalist sistem de olsa komünist sistem de olsa bu böyledir ve değişmez.
SCHUMPETER, HALKIN KARAR VERME SÜRECİNE KÖTÜMSER YAKLAŞIR
Schumpeter’e göre ise demokrasi, halk tarafından değil, seçilmiş elitler tarafından yönetim esasına dayanan bir rejimdir. Ona göre seçimle iş başına gelmiş olanlar ancak ve ancak, bağımsız elitler tarafından kontrol edilebilir. Schumpeter halkın karar verme sürecine katılımı konusunda ise oldukça kötümserdir. yaygın ve etkin olarak katılım mümkün değildir. Demokrasi, halk tarafından değil, seçilmiş elitler tarafından yönetim esasına dayanan bir rejimdir Schumpeter için.
Robert Dahl da demokrasiyi büyük toplulukların rızasını garanti altına almak için küçük grupların çalışması olarak görür. Bunun için seçilmiş temsilciler veya parlamentoların varlığı yeterli olacaktır. Dahl, Schumpeter gibi demokrasi arayışında ideal olan ile gerçeklik arasında bir kopukluk olduğunu ve bunu aşmak için önce demokrasinin doğru tanımını yapmak gerektiğini savunur. Yazar Demokrasi üzerinde adlı kitabında hükümetin demokratik olup olmadığını anlamak için ne gibi standartlarımız olmalı sorularına cevap verdikten sonra bir tablo oluşturur ve temel unsurları burada inceler. Bu tablo ideal ve gerçekte olan şeklinde ikiye ayrılır ve bize aradaki uçurumu gösterir. Bunun sonucunda da okuyucuya şu soruyu sorar. “Demokratik” ülkeleri daha demokratik hale getirmenin bir yolunu bulabilir miyiz?
Dahl, eğer hükümetin en tepedeki yetkilileri gündemi belirleme ve izlenecek politikaları kabul etme işini vatandaşların isteklerinden bağımsız olarak yaparlarsa, halkın ihtiyaçlarının karşılanamayacağını savunmaktadır. Bu da bizi yine büyük toplulukların küçük bir azınlığın iradesine göre yaşamlarını sürdürmesi sorunsalına getirir.
Üç yazarın da ortak görüşü demokrasinin azınlık olan elit bir grubun, büyük toplulukların refahına hizmet etmede yeterli olmadığı yönündedir. Bu da bizleri demokrasiyi sorgulamamız gerektiği gerçeğiyle yüzleştirir. Olan demokrasi, olması gereken demokrasi değildir. Ve ideal ile uygulanan arasındaki uçurumdan zarar gören halk olmuştur.
O zaman size şu iki soruyu sorarak ve biraz da sizi rahatsız ederek bitirelim yazımızı. Ülkenizde uygulanan demokrasi sizin için yeterli mi ? insan haklarının ve özgürlüklerin daha güzel savunulduğu, daha eşitlikçi ve erdemlerin daha güzel yaşanıldığı bir Monarşiyi günümüz demokrasisine tercih eder misiniz ?