Dünyanın önde gelen ilk yirmi ekonomisi Hamburg’da buluştu. Netice olarak çok kutuplu bir dünya ortaya çıkıyor.
ABD ile başlayacak olursak; ABD şu an dünya ekonomisinin lideri ve en büyük askeri gücü. Ayrıca “Yumuşak Güç” ile küresel anlamda yönlendirme kapasitesine de sahip.
Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra küresel ekonomi alanında ABD’nin payı yarı yarıya düşerek beşinci sıraya gerilemesine neden oldu. Özellikle pervasız şekilde gerçekleştirilen 2003 İşgali ve 2008 Ekonomik Krizi başta olmak üzere Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana ABD’nin küresel anlamda etkisi azalmaya başladı. Ölümcül gücüne rağmen ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri bir tek büyük savaşı bile kazanamadı.
Kaybedilen Vietnam Savaşı, Perişan hale düşülen İkinci Körfez Savaşı (Birinci Körfez Savaşı’nda Kuveyt’i özgürleştirdikten sonra) ve tüm pratik amaçlar adına bu Kore’den gelen haberler 1950’lerdeki Kore Savaşı’nın tam anlamıyla neden sonuçlanamadığını hatırlatıyordu. Kuzey Kore’nin başarılı kıtalar arası balistik füze denemeleri, Bağımsızlık Günü’nde tehditkar konuşan Trump’a ve ABD’ye atılan bir tokat niteliği görüyordu.
Çin, AB, Hindistan ve yeniden canlanmaya başlayan Rusya gibi bölgesel ve küresel güçlerin ortaya çıkışı küresel anlamda yaşanan olayları yönlendirmeye başlamaları ABD’nin gücünü zorlamaya başlıyordu.
Başkan Obama bu küresel gerçekliği anladı ve ABD’yi küresel sahnede daha gerçekçi, mütevazı ve işbirlikçi olmak adına yönlendirmeye çalıştı.
ABD’nin gücü, ekonomik ve stratejik anlamda diğer güçleri dikte etmekte yeterli olmayabilir. Fakat uzun suredir Abd, bati liderliğindeki uluslararası düzenin güvencesi idi. Bügun ise bu liderlikten söz etmek şüpheli görünüyor ve belki de tersine dönüyor olabilir.
Trump’ın amatörce ve pervasız bir şekilde uyguladığı politikalar ABD’yi liderlik konusunda zayıflatıyor. Sıradan banal milliyetçilikle uyguladığı korumacılık politikaları, Paris İklim değişikliği anlaşmasını reddetmesi ve Suudi Arabistan’a her anlamda destek vermesi gibi örnekler verebiliriz.
Eğer bu popülerliği yok olup giderse Trump da Angela Merkel gibi dünya liderlerinin gerisinde kalabilir.
Çin’in Yükselişi
Karşı tarafta Çin, ABD karşısına güçlü ekonomik ve askeri bir rakip olarak sahneye çıktı. 30 yıl içerisinde Çin “Lider Fabrika” olmayı başardı ve eşi benzeri görülmemiş bir ticaret fazlası yaratarak ekonomik anlamda iki haneli büyüme gerçekleştirdi. Büyük bir servet yaratan Çin bunun yanı sıra ağırlıklı olarak askeri ve özellikle de deniz gücüne yatırım yapmayı tercih ediyor.
Bunun boyutu çok önemli ve Çin şuan bir savaş uçağı gibi istikrarlı bir şekilde seyir halinde ilerliyor. Aynı zamanda ağırlığını koyarak küçük komşularını korkutmak veya yanına çekmek için çok fazla agresif davranabiliyor.
Obama yönetiminin Çin’i “Asya Pivotu” yoluyla frenlemeye çalışması başarısızlıkla sonuçlandı. Ve bugün, Çin Trump’ın Asya kıtasına daha fazla hakim olmak adına yaptığı kısa görüşlü yaklaşımlarından istifa ederek bundan yararlanmaya çalışıyor. (Aktarılanlara göre, Çin Trump’ın başkan seçilmesinden büyük mutluluk duyuyor.)
Bunun aksine, güçlü ve kararlı bir başkan olan Xi Jinping Çin’in küresel rolünü daha da güçlendiriyor. Bu sene, dünyanın siyasi ve ekonomik liderlerinin bulunduğu Davos Ekonomi Zirvesi’nde bugüne kadar ki Çinli liderler arasında ilk kez konuşma yapan Xi Jinping, ABD’nin küresel güç olma yolunda geriye doğru gitmesi sonucu Pekin’in var olan öneminin altını çizdi. Hatta Xi, Trump’ın “Kör milliyetçi” politikalarına karşı serbest ticareti savundu.
Fakat yumuşak güç, inovasyon ve insan hakları konularına gelirsek, Çin burada geride kalabilir, ancak mühendislik ve yeni geliştirme modellerini ihraç etme kapasitesini düşünecek olursak bu durum Çin’in diğer küçük ve büyük ülkeler için cazip bir hale gelmesinde büyük rol oynuyor.
G20 ekonomileri bu yıl 9.kez toplandı ve Çin’in, ABD’nin yanında gelişen rolü ile G20 ülkelerinin büyük ve küçük kararlarını G2 olarak adlandırılan bir rol ile etkileyeceğinden şüphe yok. Fakat iki büyük aktör olan ABD ve Çin en üst sıra için yarışırken yalnız değiller.
Avrupa Birliği, Dünyanın Önde Gelen Birliği
2008’de gerçekleşen küresel ekonomik krizinin, AB’nin güçsüz ekonomilerini orantısız bir şekilde etkilediğinden bu yana, AB’nin geleceği hakkındaki spekülasyonlar oldukça olumsuz bir şekilde devam ediyor. İngiltere’nin AB’den ayrılması sonrasında Rusya’nın Doğu’ya ilerlemesi ve Trump’ın şüpheli bir şekilde Batı’ya baskı yapması AB’de karamsar bir havanın oluşmasına neden oldu.
Fakat dünyanın en geniş ekonomi birliği olan AB toparlanmışa benziyor, en azından psikolojik olarak, geçen bir kaç ay önce özellikle Fransa’daki seçimden sonra AB enerji ve momentum kazandı diyebiliriz.
Aynı zamanda Almanya-Fransa işbirliği AB’nin en geniş ekonomi piyasasına ve birliğine izin verirken, Merkel-Macron ikilisinin daha güçlü olma yolunda söz verdiği görüldü.
Merkel’in daha olgun ve daha deneyimli olması Almanya’yı ekonomide, stratejide, insan haklarında ve çevre konularında AB’de lider konuma getirdi. Geçen hafta Hamburg’da yapılan G20 zirvesinde Angela Merkel kendi ülkesinde ve tüm dünyada Trump’tan daha popüler hale gelmişti.
2.Dünya Savaşı’nda yenilen iki büyük güç olan Almanya ve Japonya şuan da liberal dünya düzeninin en etkili aktörleri olarak karşımızdalar. Bu durumun Trump döneminde çıkması da mantığa aykırı geliyor. Merkel, çevre sorunlarından mülteci sorunlarına kadar yeni küresel sorunlarda başvurular isim oluyor. Hatta “Merkevilian” politikacı olarak anılan Merkel, Avrupa ve dünya siyasetindeki tuzaklar karşısında iyi hesaplar yaparak başarılı manevralara imza atmıştır.
Bu şekilde, Merkel’in gücü ve etkisi artmış ve AB tarafından çekici ve üçüncü bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum Merkel’i Trump’ın Amerika’sının ve Xi’nin Çin’in ortasına koyuyor. Ancak, Merkel’in dezavantajı, AB’nin idari olarak karmaşık ve yavaş işlemesi olarak görülüyor ve bu durum kapasitesi çok yükseklerde olan ABD ve Çin’in tekrardan küresel liderliğe soyunmasına katkıda bulunabilir.
Çok Kutuplu Bir Dünya Düzeni mi Oluşuyor ?
Üç büyük güç, ABD, Çin ve Avrupa Birliği kendi liderleriyle ile birlikte mevcut farklar ve zıtlıklar, vizyon ve yönetim şekli gibi faktörlerle Post-Amerikan düzenine doğru gidildiği görülüyor. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın 2003 yılında Almanya ve Fransa’nın ABD’nin Irak’ı işgal etmesine karşı çıktığı zamanlarda öngördüğü “Çok kutuplu dünya düzeni” nihayetinde üzerimizde duruyor.
Soğuk Savaş sonrası dönemin krizlerinden çıkan karmaşık ve zorlu uluslararası sistemde hiç bir aktör (devletler veya şirketler) böylesi bir sistemde tek başına lider olamaz.
Dolar, Pentagon, Hollywood ve Harvard şuan için lider olabilir, fakat ABD’nin hegemonyası azalırsa diğer tüm güçlerde dünyayı temsil etme fırsatı sağlayabilir. Ya da, küreselleşme ile uyum içinde olarak Amerikan markaları ile muhtemelen daha da küselleşecektir.
Bu durum demokratik dünyadan çok uzak, fakat biz yavaş ve emin adımlarla Soğuk Savaş’ın ortaya çıkardığı iki kutuplu ve tek kutuplu sistemlerden uzaklaşıyoruz. 21.yüzyıl’da ise küresel güçlerin her zamankinden daha fazla sorumluluk almasını, olgun olmasını, kapasitelerini artırmış, daha az çatışma ve daha fazla işbirliği oluşmasını arzulayabiliriz.
Yazan: Marwan Bishara
Çeviren: Marwan Nadhim
Kaynak: Al Jazeera