Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Bahreyn’in 5 Haziran’da Katar ile diplomatik ve ticari ilişkilerini kesmesiyle bölgede çok sayıda kişi korunaksız kaldı. Yaptırım kararının alınmasının başlıca nedenleri “Katar’ın bölgedeki istikrarı bozmaya yönelik çeşitli terörist ve mezhepsel grupları desteklemesi” ve “İran’la artan diplomatik ilişkileri” gösteriliyor.
Doğrudan İran’i suçlayan ilk açıklama ise Bahreyn’den geldi. Bahreyn,”ülkede sabotaj yapan ve kaosu yaymaya çalışan İranlı grupları desteklediği ” gerekçesiyle doğrudan Katar’a, dolaylı olarak İran’a suçlamalarını yöneltti.
Ancak İran’ın tepkisi, oldukça sakin, hesaplı ve bir bakıma beklenenden daha yumuşaktı.
İlk resmi tepki, İran dışişleri bakanlığı sözcüsü Bahram Kazımi’den geldi ve Körfez-Katar rüyası hakkında endişelerini dile getirerek “krizin ancak siyasi ve barışçıl yöntemlerle çözülebileceğini” vurguladı.
Günün erken saatlerinde İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin genel sekreter yardımcısı Hamid Hakkalebi, “diplomatik ilişkilerin kesilmesi ve sınırların kapatılması döneminin bittiğini ve bu ülkelerin bölgesel diyaloğu başlatmaktan başka seçeneğinin olmadığı” tweetini attı.
Stratejik Garanti
Türkiye’nin aksine hiçbir İranlı üst düzey yetkili Katar’a koşulsuz destek verdiğini belirtmedi.
İran, hava sahasını Katar’ın boykotu sonrasında yolcu uçakları için açtı ve emirliğe gıda yardımı sağladı. Ancak Türkiye’den farklı olarak, hiçbir İranlı bir üst düzey yetkili Doha’ya kamuoyunda koşulsuz destek verdiğini belirtmedi.
İkili arasındaki şüphe ve güvensizlik, Katar ve Türkiye tarafından destekelenen Müslüman Kardeşler grubuna yakın İslamcı grupların İran’ın Ortadoğu’daki ender müttefiki Esad’ı devirmeye çalışmasıyla Suriye iç savaşı boyunca daha da kötüleşmişti.
Benzer şekilde Katar’da İran ile yakın ilişkiler kurma konusunda dikkatli davranıyordu ve Suudi Arabistan önderliğindeki İran ve Müslüman Kardeşler karşıtı bloğa tekrardan yaklaşmak için kapıyı açık bırakmaya çalışmıştı.
İranlı karar alıcılar- özellikle Ruhani yönetimindeki ılımlılar- Tahran’ın en büyük çıkarının bölgesel rekabete rağmen bölgedeki tüm Arap devletleri ile dostça ve yapıcı olmasa bile düşman olmayan bir şekilde ilişkileri sürdürmekten geçtiğini düşünüyorlar.
İranlı karar alıcılar ayrıca rakip Arap devletleri, İsrail ve savaş yanlısı Trump yönetimi arasında artan işbirliğinin uzun vadedeki sonuçlarından endişe duyuyor. Bu nedenle Tahran, Körfez-Katar krizine garanti stratejisi bağlamında ve gönülsüz olarak yaklaşıyor.
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Caberi Ansari geçtiğimiz günlerde, Tahran ve Riyad’ın “dolaylı” kanallar vasıtasıyla kendi elçiliklerine yaptıkları ziyaretlerde bir ön anlaşmaya vardıklarını açıkladı. Ayrıca İran’ın Körfez-Katar krizinde “anlık çıkar ” aramak yerine “uzun vadeli bir perspektiften krizi ele aldıklarına” dikkat çekti.
Daeş’e Balistik Füze Saldırısı
Körfez-Katar krizindeki nispeten yumuşak yaklaşımının aksine,18 Haziran’da İran İslam Devrimi Muhafızları Birlikleri (IRGC), Suriye’nin doğusundaki Deyrizor şehrindeki Daeş hedeflerine karşı yaklaşık 700 km’lik bir mesafeyle altı “Zolfaghar” balistik füze attığını bildirdi.
IRGC, saldırıların iki hafta önceki Tahran’daki terörist saldırılarına misilleme olarak yapıldığını resmen açıkladı; ancak bu saldırının stratejik önemi misillemeden çok daha öteye gidiyor.
- Her şeyden önce, bu ölçek ve kapsamdaki İran-Irak savaşının (1980-1988) bitişinden bu yana sınır ötesi hedeflere karşı ilk askeri saldırıydı.
- Devrim muhafızlarının tek taraflı bir tarzda hareket ettiği izleniminin aksine, Suriye’deki hedeflerin vurulma kararını Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından alındı.
Saldırı sonrasında Dışişleri Bakanı Muhammed Cavad Zarif, saldırıyı “kendini savunma” olarak nitelendirerek desteklekledi ve “İran’ın füze yeteneğinin vatandaşlarını kendini savunma konusunda yasal olarak koruduğunu ve radikal terörü ortadan kaldırmak için ortak küresel mücadeleyi geliştirdiğini” belirtti.
Fakat füze saldırıları, İran ve rakipleri arasında gerginlik seviyesini önemli oranda tırmandırma potansiyeli taşıyor. Ayrıca saldırının İranlı karar alıcılarının Suriye’deki iç savaş da dahil olmak üzere bölgesel sorunlarda daha maskülen ve saldırgan bir tutum benimseyeceklerini konusunda bir konsensüse varmış olabileceğini işaret ediyor.
Bunun nedeni, İran’ın “bölgesel anlaşmazlıkları çözmek için diplomasi ve diyalog çağrılarıyla” uzlaşmaları arttıkça, başta Suudi Arabistan ve İsrail olmak üzere, iddialı retorik ve yıkıcı eylemlere başvuracağı algısının bir sonucu olabilir
Saldırılar Bize Ne Anlatıyor ?
Basit bir misilleme hareketinden ziyade, İran’ın Deyrizor’a saldırısı iki önemli mesaj içeriyor.
İlk olarak Tahran’ın stratejik sabrının sınırlarının olduğunu ve ulusal güvenliğini tehlikeye atan düşman girişimlerine sertçe cevap verileceğini sinyallerini İran maliyetçi bir biçimde verdi.
Öte yandan, İran’ın bu saldırı ile ABD’ye sert bir mesaj veriyor. Çünkü ABD’nin Suriye’de İran’ın destekli gruplara yönelik saldırıları ve son olarak rejim uçağını düşürmesiyle ABD bir ayda dördüncü defa Esad yanlısı güçleri hedef alıyor.
Bu bağlamda Daeş’in Irak’ta yenilmesi an meselesi iken, İran Suriye’ye katılım düzeyini yükseltmek ve böylece Esad rejiminin doğuda Irak’a yakın bölgede önemli toprak kazançları elde etmesine yardımcı olmak için cesur bir istek sergiliyor. Suriye’nin batısında 2016’nın sonlarında Halep’in isyancılardan alındığında olduğu gibi.
Doğu Suriye’nin çok taraflı vekalet savaşlarının yeni odak noktası olmasıyla beraber, krizi tırmandırıcı politikalar, bölgedeki kontrolsüz çatışmaların tüm bölge için yıkıcı sonuçlar doğuran daha geniş bir çatışmaya dönüştürme riski taşıyor.
Kaynak: The Middle East Eye