Günlük hayatımızda fazlasıyla kullandığımız bir kavram “mükemmel” sıfatı. Genel olarak anlamı kuvvetlendirmeye yarayan ve uç noktalardaki duyguları ifade etmekte kullanılan olumlu bir sıfat. Kullanışlı olduğu kadar derinlik içeriyor ve haliyle tanımlaması da epey zor. Türk Dil Kurumu’na göre mükemmel kelimesi kusursuz, tam, tamamlanmış ve eksiksiz anlamına geliyor. Ancak biraz daha yakından baktığımızda ne kadar ulaşılmaz olduğunu anlayabiliyoruz. Mükemmelin farklı bir boyutu süreksiz olması. Çünkü her an mükemmel olan bir şey kendini tekrar edeceğinden mükemmel olmaktan çıkacaktır. Diğer bir açıdan yaklaştığımızda “mükemmel”in pekiştirmesinin dilimizde bulunmadığını görmekteyiz. En mükemmel, daha mükemmel, müsmükemmel gibi kullanımlar dilimizde mevcut değil. Tanımlaması ve sınırlarını belirlemesi çok zor olan bu sıfatla ilgili en somut tanımlama ise ünlü Fransız yazar ve filozof Voltaire’e ait: “Perfect is the enemy of good.” yani “Mükemmel, iyinin düşmanıdır.”.
İnsanlığın gelişiminde Voltaire’in dile getirdiği tanımlama, ondan önce de sonra da bir hayli etkili olmuş olabilir. Çünkü ilerlemenin en önemli yolu hiçbir zaman iyiyle yetinmemek olmuştur. Hep daha iyisi için çabalamak mükemmele giden yolcuğunun ana etkenidir. Spor dünyasında da her geçen gün kırılan rekorların, katedilen gelişmelerin ve sporcuların süper insana dönüşerek sınırları zorlamalarının altında da hep bu sebep yatıyor. Ancak spor tarihinde, mükemmel sıfatına en çok yakışan kişinin hikayesi bir parça daha farklı. Çünkü o mükemmele, daha iyisi için uğraşırken değil, ulaşmaya çalışmaktan vazgeçmesiyle ulaştı.
Saygılarımla; Ekselansları Roger Federer…
Roger Federer’in mükemmel bir sporcu olmasındaki en büyük etkenlerden biri mutlu bir aile yapısı ve huzurlu bir çocukluk geçirmesiydi. Annesi Lynette ve babası Robert okul takımlarında birçok farklı sporla ilgilenmişlerdi. Özellikle Lynette, potansiyelli bir tenis oyuncusuydu ancak yaşadığı bacak sakatlıkları sebebiyle önemli bir profesyonel kariyer yaşayamamıştı. Güney Afrika’da tanışıp evlenen Federer çifti, 1981 yılında dünyaya gelen erkek çocukları Roger’a profesyonel bir sporcu olabilmesi için harika bir ortam hazırladı. Ebeveynlerinin aslen birer tenis oyuncusu olmasından ötürü Roger da anında ilgi duymuştu tenise; ancak bunun yanında futbol, basketbol ve squash gibi farklı branşlarla da ilgilenmekteydi. Ailesi asla baskıcı olmamış, çocuklarının kariyer yolculuğunda yol gösterme ve motive etme rolünü üstlenerek ona uygun ortamı titizlikle hazırlamışlardı. “Ailemin bana rahatlık tanıması ve koçlarıma güvenmesi çok önemliydi. Buna rağmen her zaman bir gözleri üzerimdeydi.” diyordu Federer daha sonraları.
Ailesinin destekleri ile kendisine sağlanan huzurlu ortamda büyüyen Federer 12 yaşında tamamen tenise odaklandı. 14 yaşında İsviçre alt yaş kategorisinde ulusal şampiyon olduktan sonra evden ayrılmanın vakti gelmişti. Kariyerinin belki de ilk ciddi adımını atarak evden ayrıldı ve Ecublens’de İsviçre Ulusal Tenis Merkezi eğitim almaya başladı. 1998 yılında kazandığı Wimbledon Juniors turnuvasıyla beraber artık profesyonel olmaya hazırdı. İlk profesyonel maç, ilk profesyonel galibiyet, ilk turnuva ve Grand Slam zaferi sonrası artık kendisini kanıtlamış ve genç yaşına rağmen aktif tenisçiler arasında en iyilerden biri olmuştu.
“Her zaman dünya sıralamasında bir numara olmayı ve evlat sahibi olmayı hayal ediyordum. Umarım en kısa sürede dileğim gerçekleşir ve çocuklarım beni oynarken izleyebilir.”
Federer söz konusu hayallerinin ilk adımına 2004 Avustralya Açık’ta ulaştı. İsviçreli raket finalde Maret Safin’i 3-0 ile geçerek dünya bir numarası oluyordu. 237 hafta boyunca zirveden inmeyen Federer, bu süre zarfında Roland Garros dışında kazanmadık turnuva bırakamamıştı. 2009 yılı ise ekselanslarının kariyerindeki en önemli tarihlerden biriydi. Finalde, önceki turda ezeli rakibi Rafael Nadal’ı eleyen Robin Soderling ile karşı karşıya gelen Fedex rakibini 6-1, 7-6, 6-4’lük skorlar ile 3-0 yenerek kariyerinin ilk Roland Garros zaferini elde ediyor ve kariyer Grand Slam’ini tamamlıyordu.
2009 yılının belki de en büyük olayı ise Roger Federer ve sevgilisi Mirka Vavrinec’ın hayatlarını birleştirmesiydi. İkili 2000 Sidney Olimpiyatlarında tanışmışlardı. Mirka da tıpkı Federerler gibi profesyonel bir tenis oyuncusuydu ve müstakbel hayat arkadaşı ile bu sayede karşılaşmışlardı. 2000 yılından bu yana süren ilişkilerini 2009 yılında evlilik ile taçlandıran Mirka ve Roger, aynı yıl içerisinde tek yumurta ikizi olan kızları Myla Rose ve Charlene Riva’nın dünyaya gelmesiyle anne baba olma duygusunu da ilk kez tadıyorlardı. Mirka yeterince güzel olmadığı için (!) sürekli eleştirilse de Federer’in mükemmele ulaşmasında en büyük pay sahiplerinden biriydi. Her şeyden önce kocasını çok iyi anlıyordu. Federer’in eski antrenörü Paul Annacone, Mirka’nın devasa bir rolünün olduğunu “Mirka ilk günden beri onunla ve bu yüzden neyi, nasıl yapması gerektiğini çok iyi biliyor. Bu sihirli bir denge.” sözleriyle ifade ediyordu.
2012 yılındaki Wimbledon zaferiyle birlikte 30 yaşını deviren Roger’ın kariyerinin en zor yılları başlamaktaydı. Yaşadığı sakatlıklar ve rakiplerinin yüksek seviyelere ulaşması sebebiyle uzun bir süre boyunca Grand Slam kazanamayacaktı Federer. Bacakları çok hızlı değildi. Bununla birlikte hali hazırda problemli olan backhandi gittikçe daha büyük bir handikap oluşturmaya başlamıştı. Emeklilik tarihi ile ilgili sorular gün geçtikçe artarken Federer her zaman umut dolu konuşuyor, tenisi ne kadar sevdiğini ve vücudu izin verdiğince oynamaya devam edeceğini anlatıyordu. Onu rol model olarak gören hayranları için de zor zamanlardı. 2013 yılında hiçbir büyük turnuva finali göremeyen Fedex, 2014 Wimbledon finalinde ise Novak Djokovic’e karşı kaybediyordu. 2015 yılında ise hem Wimbledon hem de U.S. Open’da finale kalmış; ancak finalde yine Sırp rakibine boyun eğmek zorunda kalmıştı. Artık çok daha zordu her şey. 2016 yılında yaşı 35 olmuş, formunu ve ritmini kaybetmiş, çok büyük bir diz sakatlığı ile baş etmeye çalışan bir Federer vardı artık. Birçok Federer hayranı kariyerini belki de son Wimbledon zaferinden sonra sonlandırması gerektiğini düşünürken İsviçreli raket “Kariyerini peri masalı şeklinde bitirmelisin düşüncesini kafamdan atalı uzun zaman oldu. İnsanlar bunu istiyor, özellikle de basın. Eğer kazanamazsan Aman Tanrım, peri masalı gerçeğe dönüşmedi diyorlar. Evet bu şekilde sonlandırmak güzel olabilirdi ama kusura bakmayın, benim tercih ettiğim yol da gayet iyi.” diyerek çok sevdiği tenise devam edeceğinin sinyallerini veriyordu.
Federer, 2012 yılına kadar mükemmele çok yakındı. Nadal’a karşı üstünlük kuramamıştı evet ve backhandi çoğu zamanda zor durumda bırakıyordu onu. Ancak Açık Dönem’de ondan fazla Grand Slam kazanan yoktu. Bu süre içerisinde ATP sıralamasında dünya bir numarası tahtında ondan fazla kalabilen biri de yoktu. Tüm bu rekorlardan daha önemlisi, ekselansları hem kortta hem de kort dışında inanılmaz bir resim çiziyordu. Kariyerinin ilk yıllarında öfke kontrolü sorunu yaşasa da yaşı ilerledikçe bu problemiyle başa çıkmayı başardı. Artık kortta tam bir beyefendiydi. Nike ile olan sponsorluğu sonunca kendi monogramını yaratmış ve her zaman şıklığıyla dikkat çekmeyi başarmıştı. Belki de karşı karşıya gelip üstünlük kuramadığı tek isim olan Rafael Nadal ile tarihin en büyük spor rekabetlerinden birini yaşasalar da medya ya da sosyal medya aracılığıyla atıştıklarını veya birbirlerine sataştıklarını hiç görmedik. Erkek ikizlerinin de dünyaya gelmesi ile tenisten arta kalan vaktinin neredeyse tamamını çocuklarına ayırıyordu. Tüm bu profilin belki de bir sonucu olarak hangi kortta tenis oynarsa oynasın her yerde çok büyük sevgi görmüştü. Hemen hemen tüm kariyeri boyunca oynadığı her maçta en azından yüzde 51 daha çok desteklenen taraf olmuştu. Bunun en büyük örneği ise 2011 yılında yaşanıyordu. US Open’da Novak Djokovic ile karşı karşıya gelen Fedex, setlerde 2-0 öne geçerek finale çok yaklaşmıştı. Seyircinin büyük bölümü her zaman olduğu gibi Federer’in yanındaydı. Sonrasında toparlanan Djokovic, akıntıya karşı kürek çekercesine skoru 2-2 ye getirdi. Final setinde ise Federer hızlı bir giriş yaparak 5-3 yakalamış ve kendi servis oyununda 40-15’i bularak iki kere üst üste maç puanı şansı elde etmişti. Normalde oyun içerisinde mutlak sessizliği sağlayan tenis seyircileri Arthur Ashe kortunu La Bombonera tribünlerine çevirmiş ve alenen Federer’i desteklemeye başlamışlardı. Nitekim Djokovic ilk maç puanını çevirdikten sonra önce ellerini iki yana açarak “daha ne yapabilirim ki” der gibi tepkisini göstermiş, sonrasında da rakibinin attığı servislerde tribünlerin kendisini Federer kadar desteklememelerine tepki göstererek gülmeye başlamıştı. Roger Federer o maçı kaybederek şampiyonaya yarı finalde veda etmişti; ancak tenis severlerin gönlünde nasıl bir yere sahip olduğu da o gün bir kez daha su yüzüne çıkmıştı. Ne de olsa 2012 yılında yapılan bir ankette Nelson Mandela’nın ardından Dünya’da en çok güvenilen ikinci isim seçilmişti.
2012 yılına kadar mükemmele ulaşmaya çok yaklaşmış; ancak son major turnuva zaferinden sonra düşüşe geçerek akıllarda “Formsuz Federer” ya da “Eskisi Kadar İyi Değil Federer” kalıplarının canlanmasına fırsat tanımıştı. Ancak 2017 yılı anka kuşunun yeniden doğuşuydu. 6 aylık uzun bir sakatlık sonrası Avustralya Açık turnuvasına katılan Federer harika bir turnuva geçirmiş ve finalde Rafael Nadal’ın rakibi olmuştu. 3 saat 37 dakika süren ve final setine giden maçta ekselansları rakibini mağlup ederek yıllar süren Grand Slam hasretine son vermiş ve açık dönemde büyük turnuvayı kazanan en yaşlı ikinci sporcu olmuştu. Bu zafer bir veda anlamı taşıyor mu sorularına fırsat vermeyen Fedex, belki de en sevdiği turnuva olan Wimbledon’da set kaybetmeden zafere ulaşarak bu turnuvayı hem amatör hem de açık dönemde en çok kazanan tenisçi oluyordu. 2018 yılının ilk büyük turnuvası Avustralya Açık’ta ise Norman Brooks Kupası’nı evine götüren, kısa bir süre sonra 37 yaşına girecek olan Roger Federer oluyordu bir kez daha. Bu yazının son ekleme ve düzeltme bölümünün yapıldığı gece ise ekselansları, 37 yaşına çok çok yaklaşmışken, ATP Rotterdam turnuvasında çeyrek finalde Robin Haase’yi mağlup ederek 5 yıl 106 gün sonra yeniden dünya sıralamasında bir numaraya ulaşıyordu.
Tüm bunları başarmak için oyun yapısında farklılaşmalara gitmişti Fedex. Backhand kanadı eskisinden çok daha iyi hale gelmiş, daha iyi bir geri çizgi savunmacısı olmuş ve puanları daha kısa sürede bitirmeye yönelik vuruşlar oyununda ağırlık kazanmıştı. Aynı zamanda kariyeri boyunca iyi attığı servislerinde istikrarını kaybetmemişti ve vuruşları yine çeşitli ve kolay tahmin edilemez nitelikteydi. Ancak bu teknik faktörlere rağmen belki de bütün bu dönüşümde en önemli etken Federer’ in kazanma hırsını ana odağı haline gelmekten çıkarmasıydı. Kazanmak için durmaksızın çalışan, daha iyisi ve daha fazlası için kendisini ilerlemeye mecbur bırakan sporcularından farklı olarak o mükemmele farklı bir yoldan ulaşmıştı. Sanatını daha uzun süre icra edebilmesi için gücünü yerinde kullanmalıydı. Bu sebeple takvimini epey boşaltmıştı. Bunun için vücudu diğer zeminlere göre daha fazla zorlayan toprak kort sezonunu 2017 yılında pas geçmişti. Katıldığı turnuva sayısını azaltmış, vaktinin çoğunu antreman yaparak ve ailesiyle birlikte olarak geçirmişti.
Son yılların en iyi basketbol takımı Golden State Warriors’un koçu Steve Kerr, bir Çin gezisinde Federer’e bunca başarının ardından hala nasıl bu arzuyla devam edebildiğini sormuş ve ekselansları bu oyunu sevdiği için başladığını, başladığı noktayı asla unutmadığını ve kazanmayı odak noktası haline getirmediğini söylemişti. Günün 15-20 saati antreman yapmıyor, ailesi ve sevdiği şeylere vakit ayırabiliyordu. Bu sayede tarihin gelmiş geçmiş en iyi tenis oyuncusu, en büyük sporcularından biri olarak kabul ediliyordu. Zayıf backhand vuruşunu geliştirmiş, birebir maçlarda Nadal’ın ağır basan üstünlüğünü kırmıştı. Birçok tenis rekorunun tek başına sahibiyken aynı zamanda önemli bir moda ikonu ve gittiği bütün ülkelerde kitleleri peşinden sürükleyen bir yıldız olmuştu. Rakiplerinin ve taraftarların mutlak saygısını kazanmış, örnek alınan ve takdir edilen bir sporcu olmuştu. Tüm bunların yanı sıra hayatının tamamını kazanmak üzerine inşa etmediğinden, sevdiği kadın Mirka ve çocuklarına bolca vakit ayırıyor ve baba olmanın keyfini çıkaran mutlu bir adam profili çiziyordu. Bütün bunları şöyle bir düşününce yazının başındaki mükemmel tanımlamalarını çöpe atmak gerek sanırım. Mükemmelin tek bir tanımı var bence ve o tanım iki kelimeden oluşuyor: Roger Federer.