Ülkemiz spor medyasının en sevilen isimlerinden “Medya Devi” Erman Yaşar ile harika bir sohbet gerçekleştirdik. Şampiyonlar Ligi’nden Dünya Kupası’na, oyun kurallarındaki değişikliklerden kariyer adımlarına kadar birçok konuya değindiğimiz söyleşiyi sizlerle paylaşırken kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz.
NOT: Yaşadığımız teknik bir sorundan dolayı aylar önce yayınladığımız bu röportajımız silinmişti. Sizler için tekrardan derleyip yayına alıyoruz. Yaşadığımız bu sorundan dolayı sizlerden özür diliyoruz.
1- Şampiyonlar Ligi ile başlayalım dedik. Artık sabit 21.45 maç saati tarihe karıştı. Maç listesinde daha fazla sayıda oyuncu yer alacak ve uzatmalarda 4. değişiklik söz konusu olacak. Nasıl buluyorsunuz bu değişiklikleri? Bir de buna ek olarak ülkemizde son zamanlarda bolca konuşulan video asistan hakem sistemi hakkındaki tartışmalarda hangi taraftasınız?
Şampiyonlar Ligi’nde uzatmaya giden maçlarda dördüncü oyuncu değişikliği mantıklı bir hamle. Bu uzun süredir konuşuluyordu zaten. Oyun artık çok acayip bir seviyeye geldi. 80’lerdeki kurallarla günümüzdeki kurallar arasında bir fark olmalı. 1995’te de takımlar üç oyuncu değiştiriyordu ancak sahadaki oyuncular bu kadar yıpranıyor muydu, zannetmiyorum. Şu anda sahada büyük bir savaş var. Oyun çok hızlandı. Birde buna sadece doksan dakika olarak değil bir takvim yılı olarak bakmak gerekiyor. Messi ve Ronaldo’yu ele al. Bu oyuncular tüm sezon LaLiga oynuyor, kral kupası oynuyor, milli takıma gidiyor falan. Adamlar yazın bir hafta falan tatil yapabiliyor. Bu yüzden oyunculara binen bu yükü biraz da olsa azaltmak için uzatmalarda dördüncü oyuncu değişikliği gayet mantıklı. Diğer taraftan şuanda teknik direktörler berabere giden ve uzatmaya gideceğini düşündüğü maçlarda 70 ve 80. dakikalardan sonra son değişiklik hakkını kullanmayıp uzatmaya saklayabiliyor. Yeni kural oyunun son dakikalarında taze oyuncuları sahada görmemizi sağlayabilir. Saat değişikliklerini ben doğru buluyorum. Bu sene öncesinde üç senedir Şampiyonlar Ligi anlatıyordum. Bazen öyle maçları kaçırıyorduk ki. Dünyanın en iyi takımlarının sürekli aynı saatte oynaması ne kadar mantıklı? UEFA Avrupa Ligi’nde daha düşük kalite olmasına rağmen iki seansa ayırıp daha fazla futbol izleme imkanı verilirken Şampiyonlar Ligi’nde bunun olmaması mantıksız. Şampiyonlar ligi çeyrek final aşamasında, atıyorum, bir tarafta City – Real oynarken diğer yanda Barcelona – Chelsea oynuyor ancak sen birini izleyebiliyorsun ki dünyanın en değerli futbol organizasyonu. Bu sebeplerle bu iki değişikliği bende destekliyorum.
Video asistan hakeme (VAR: Video Asistan Refrees) gelince video asistan hakem bence kesinlikle olması gereken bir şey. Teknolojiyi oyunun özünü kesmeden bir şekilde adapte etmek gerekiyor. Dediğim gibi zaman ilerliyor, oyun hızlanıyor. Türkiye’de hakemlere belki çok yükleniliyor ancak ben dünyada neredeyse her ligi anlattım, oralarda da gerçekten çok korkunç hakem hataları oluyor. Premier Lig’i dışarıda tutabiliriz, orada her şeyde olduğu gibi hakemde de çok iyi bir seviye var ancak onun dışında Almanya Ligi’nde de çok büyük rezaletler anlattım. Bunun yanında İspanya mesela kesinlikle Türkiye’den çok daha kötü. Hele hele Japonya ve Çin ligi maçlarını hiç saymıyorum. Tabi bunu minimize etmek oyunu çok bölmeden eklemek lazım. Her pozisyonda her durumda oyun durdurulursa tabi oyunun ruhuna aykırı olacaktır. Ancak şampiyonluk belirleyebilecek bir pozisyonda ya da bir takımın şampiyonlar liginde finale çıkmasını belirleyecek bir pozisyonda ya da ligin kaderini belirleyecek bir pozisyonda video asistan hakeme başvurulmalı. Serie A bunu fena uygulamıyor, MLS fena uyguluyor. Geçen hafta doğru kararı video asistan hakeme baktıktan sonra değiştirerek yanlış kararı uyguladılar. Bir kaç sene boyunca epey tartışılacaktır ancak sonunda kabul görecektir. Futbol çok geleneksel bir oyun bir kere. Yapılan son büyük değişiklik 1992 yılındaki geri pas kuralı. Oyunu 26 senedir çok çok değiştirecek bir şey yapılmadı. Çünkü çok geleneksel bir oyun ve insanlar tarafından biraz yadırganacaktır bu değişiklikler ancak zamanla kabul görecektir.
2- City ligde bu sezonu çok önceden bitirmesine rağmen Liverpool ve Tottenham geleceğe dair önemli ışıklar verdi. Liverpool Naby Keita transferini bitirmişti. Napoli’nin Sampdoria’dan Torreira’yı kadrosuna katmak üzere olduğu ve Jorginho’nun Liverpool’ a gideceği konuşuluyor. Ancak Liverpool’un belki de en problemli bölgesi olan savunma hattında (özellikle bek transferi) Klopp’ un hala bir adım atmadığı görülüyor. Keza Tottenham’ ın da oynadığı futbolla önemli bir tehdit oluşturması bekleniyor ancak onlarda da Pochettino ve Kane’in ayrılması gündemde. Siz önümüzdeki yıllarda Liverpool ve Tottenham ile Big6’in diğer üçlüsü Arsenal, Manchester United ve Chelsea’nin geleceğini ve kısa vadede 38 haftalık periyotta Manchester City’yi geçip lig şampiyonu olabileceğini düşünüyor musunuz ?
Büyük bir sıkıntı yaşamazsa City yani çok önemli birkaç sakatlık yaşanması ya da birkaç oyuncunun kavga edip soyunma odasının karışması, Guardiola’nın başka bir hayale dalması falan gibi durumlar olmadığı sürece ben iki sene falan City’nin yine ipi göğüsleyeceğini düşünüyorum. Bu seneki gibi tabi aralık ocak aylarından ligi koparamayacaktır ancak City çok büyük bir problem yaşamadığı sürece geçilmesi zor. Çünkü hem en iyi teknik direktöre sahip, hem en iyi kadroya sahip hem de sınırsız maddi imkanlara sahip.
Bu denklemde çok çok ekstra yani ne bileyim Belçikalılar çetesi gibi bir durum olur, Guardiola İspanya Milli Takımı’na gitmek ister ya da bu Katalan davalarından siyasi olarak İngiltere basını ile papaz olur gibi durumlar olmazsa saha içinde kimsenin Manchester City’i şampiyonluktan alabileceğini düşünmüyorum. Hem en iyi kadrolar ve yaşlı bir takım değiller, en iyi hocaya sahipler ve istediği oyunculara alabilecek durumdalar. Liverpool gelişiyor kesinlikle bence gelecek sene daha iyi olacaklar. Naby Keita büyük bir kazanım, Jorginho gelirse çok büyük güç katacaktır. Ben bir sol bek ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum yine de her ne kadar Robertson’ı beğenen biri olsam da.
Tottenham Harry Kane’i kaybetse bile Pochettino ve onun mantalitesini kaybetmediği sürece bu seviyelerde kalacaktır. Delle Alli, Eriksen, Kane gibi adamları kaybetmek tabi ki koyar. Ancak mesela Kane’i kaybederler ise 200 milyon euro gibi bir rakama kaybedecekler ve yerine birini alırlar elbet sonuçta ben oynamayacağım Kane’in yerine. Orada önemli olan kilit olan Pochettino ancak hem onu hem Kane’i kaybederlerse o zaman sıkıntılı olabilir onlar adına. United cephesinde Mourinho her durumda bir sezon daha kalacak gibi duruyor ne olursa olsun. Wenger gitse de kalsa da Arsenal’ in denklemde olabileceğini düşünmüyorum. Kalırsa zaten olmaz, giderse de takım kalitesinin yükseltilmesi, yeni gelen adamın kendi felsefesini hayata geçirebilmesi falan bir iki sene sürecektir. Chelsea’de yine bir teknik direktör değişikliği olacak gibi. Chelsea ve United oyun olarak bu sezondan biraz daha ilerde olacaktır ancak iki sene Premier Lig’in daha çekişmeli olacağını ancak az önce dediğim gibi çok ekstrem durumlar olmadığı sürece City ve Guardiola’nın geçilemeyeceğini düşünüyorum.
3- Bugün itibariyle (30.03.2018) Dünya Kupası’na 79 gün kaldı. Nasıl bir kupa bekliyorsunuz? Mantığınıza ve gönlünüzde yatan favori ülkeler hangileri?
Ben çocukluğumdan beri Hollanda ve Arjantin’ i çok severim. Bizim jenerasyonumuz Van Basten, Rijkaard, Gullit’li Hollanda ve Maradonalı, Burucchaga’lı sonrasında Batistuta’lı Arjantinleri çok severek büyüdük.
Fakat bir süredir Cristiano Ronaldo’dan dolayı Portekiz’i destekliyorum. Ronaldo’yu kişisel olarak çok seviyorum, oyuncu olarak çok beğeniyorum ve onun başarılı olmasını istiyorum. Euro 2016’da onların şampiyon olmasını istiyordum biraz yalnız bir yolculuk oldu benim için ancak zaferle sonuçlandı. Bu sefer hiç umudum yok yani Portekiz’in Dünya Kupası kazanacak hali falan yok. İstediğim takım yine de onlar olacak. Portekiz dışında ise kim kazanırsa sevinirim dersen Almanya diyebilirim. Kim kazanıra gelirsek; Brezilya, Almanya ve İspanya bana çok ciddi favori geliyor.Lopetegui müthiş bir takım oluşturdu. Biraz forvet konusunda sıkıntıları var ancak İspanya forvetleri iyi olsa da oraya gelmeden iş bitiren bir takım. Kenarları orta sahaları savunmaları falan çok iyi durumda. Fransa normal şartlarda hayli hayli kazanabilir o inanılmaz kadrosu ve oyuncu havuzu ile ama Didier Deschamps Fransa ile çok başarılı sınavlar vermedi, benim de beğendiğim hocalardan biri değil. Onların başında belki farklı bir teknik adam olsa bir numaralı favori bile olabilirlerdi. Bir de tabi Belçika var. Onlar son yedi sekiz senedir bu tarz büyük turnuvaların underdogu olarak gösteriliyordu ancak bir türlü o tanımın altını tam olarak dolduramadılar.
Yalnız bu sefer o çok iyi yetiştirdikleri jenerasyonun hepsinin Prime’ında geliyorlar. Vertongen, Alderweireld, Nainngolan, Dembele, Lukaku, De Bruyne, Hazard, Mertens falan inanılmaz bir kadro. Yani şuan dünyanın en iyi 20 oyuncusundan belki beş altı tanesine falan sahipler. Bir tek bek problemleri var ancak artık bunlara underdog demek olmaz. Mertens’in muhtemelen yedek kalacağı bir takıma underdog denmez yani. Şu anlamda çok keyifli bir turnuva olacak. 2014′ de Almanya’nın şampiyon olacağını düşünüyordum ancak bunu bir çok insan da düşünebilirdi. Keza 2010’da öyle. Bu sefer fazla iyi takım var. Ama sonuçta dünya kupası 3 – 4 haftalık bir periyot ve uzun süredir beraber oynayan, uzun süredir iyi bir teknik adamla çalışan ve o kısa periyotta iyi organize ve formda olan takımlar kazanıyor. Portekiz’in Avrupa şampiyonluğunu da öyle okumak lazım.
Brezilya ve Fransa turnuvadaki tüm takımlardan daha iyi kadrolara sahip olabilir ancak o kısa süreçte iyi olmadıkları sürece bunun bir önemi kalmıyor. 2018 ekim ayında Brezilya bu takımların hepsine 5 atabilir ancak 2018’in haziran temmuz aylarında iyi olması lazım. Son olarak Arjantin de Messi faktörü var. Sampaoli de önemli bir teknik direktör ancak bu sefer de Arjantin en zayıf kadrosuyla geliyor 2006, 2010 ve 2014’e göre. İnanılmaz bir ön taraf ancak sol bekte Emmanuel Mas falan oynayacak herhalde. Savunma gerçekten felaket. Sol bek ve sağ beki tanımıyorsun. Orta saha için Gago’lar Banega’lar konuşuluyor yani neredeyse en iyi orta saha oyuncusu Biglia olan Mascherano’nun yıllar sonra yeniden orta sahaya kaydırılmaya çalışıldığı bir yapıdan bahsediyoruz. Almanya’ya Fransa’ya Brezilya’ya bakınca da bu takım bunlara nasıl kafa tutacak diyorsun. Tamam Messi ama Messi bu takımı dünya kupasına zor getirdi. Güney Amerika’nın en iyi beş takımı arasına zor girmişken dünya kupasında başarılı olabilmelerinin tek şansı az önce dediğim gibi o 2 – 3 haftalık süreçte iyi konsantre olup iyi organize olan ve tam zamanında form tutan bir takım olmaları ve bunun yanında dünya üzerindeki en iyi futbolcunun üst üste sihirler yaratması gerekecek. Çünkü kendilerinden iyi en az altı yedi takım var.
4- Dünya Kupası her zaman önemli hikayelere konu olmuştur. Sizin çocukluğunuzdan hatırladığınız yeri özel olan ya da bir takıma sempati duymanızı sağlayan bir dünya kupası hikayesi var mıydı?
Türkiye’ye sempati duymamı sağlayan 2002 dünya kupası var (gülüyor). Şaka bir yana ben 1981 doğumluyum ve ilk hatırladığım kupa 1988 Avrupa Şampiyonası. İlk hatırladığım maçlar da Almanya – Hollanda yarı finalini hatırlıyorum ve final maçında Van Basten’in attığı saçma sapan golü. O civarlarda futbolu seyretmeyi başlayıp Hollanda ve Milan’a sempati duymamak imkansızdır. Aynı nedenle uzun süre Almanya’yı sevmeyip Arjantin’e sempati beslerdim. ilk hatırladığım dünya kupası 1990. Maradona ve tanrının elini hatırlamıyorum ancak 90 kupasını çok net hatırlıyorum. Panini çıkartmalar ile maç kadrolarını kağıtlara yazarak falan izlemiştim hatta. Finalde Arjantin’in kupası çok net bir şekilde çalındı. Hem Maradona’nın müthiş performansı ve göz yaşları hem de hakem hatası ile kupanın Almanya’ya gitmesi sebepleriyle Arjantin’i çok sevmiştim. Sonrasında Arjantin’in açılış maçında Kamerun’a kaybedişi müthiş hikayelerden biridir benim hayatımdaki. Hayatım boyunca en sevdiğim futbolcu belki de Zinedine Zidane’dır.
O yüzden 1998 finali kuşkusuz benim için çok ayrıydı. Çok maç var tabi ama 2002 çok farklıydı. Kendi takımımızı hiç böyle bir sahnede izlememişiz ve bende yaş olarak tam futbolu anlayarak ve bilinçli bir şekilde izleyecek yaştaydım. Öyle bir ortamda milli takımımızın yarı finale gitmesi falan çok özeldi. İlhan Mansız’ın altın golü attığı Senegal maçında Sakarya’da bir kahvehanedeydik ve golden sonra herkesin birbirine sarılması ve yaşanan coşku çok özeldi. Burada o yüzden başka bir ülkeye paye biçmeden kendi ülkemi öne çıkarmak istiyorum. Başka kahramanları ve hikayeleri yıllardır görüyoruz ancak kendi takımımızın dünya kupasında neredeyse şampiyonluğa yürüdüğü bir turnuva bir daha görür müyüz, pek sanmıyorum.
5- Bu sezon ligimizde de önemli bir çekişme yaşanıyor. 54 puanla lider Galatasaray’ın 1 puan gerisinde Abdullah Hoca’nın Başakşehir’i geliyor. Zirveden 4 ve 6 puan geriden de Beşiktaş ve Fenerbahçe geliyor. Takımların güçlü ve zayıf yanlarını göz önüne aldığınızda kimi favori göstermek gerekir?
Yani şimdi 8 hafta kalan ligde artık kimin favori olduğu takımın kadrosundan gücünden ziyade biraz ritme ve rüzgara bakan bir durum. Bu nedenle ben biraz Galatasaray’ı öne çıkarıyorum. Bana kalırsa Galatasaray bu yarışta en iyi kadroya sahip üçüncü takım Beşiktaş ve Başakşehir’den sonra ama bunlar beşinci haftada belki onuncu haftada belki ligin ikinci yarısının ilk başlarında daha önemliydi. Bu saatten sonra hele ki şampiyonluk yolundaki rakiplerinizden ikisiyle içeride oynayacaksanız iplerin Galatasaray’ın elinde olduğunu söylemek lazım. Ben aslında İgor Tudor’un iyi bir teknik direktör olduğunu ve devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Tudor gittikten sonra çok radikal bir değişiklik yaşamadı Galatasaray. iç sahada güçlü bir oyunu vardı Tudor döneminde ve dış sahada Karabük’ü dışarıda bırakırsak yine zorluk yaşıyorlar. Yani Fatih Terim geldikten sonra çok büyük bir değişiklik görmüyorum Galatasaray’ın oyununda ancak Fatih Terim o kadar büyük bir figür ki havada yüzde yüz bir değişim var.
Oyun olarak evet saha içinde büyük bir değişiklik yok ancak bu bir Fatih Terim eleştirisi değil çünkü sezon ortasında bunu yapabilmek çok kolay değil. Bir de kadro konusunda mesela Başakşehir ve Beşiktaş’ın yedek kulübündeki hemen hemen bütün futbolcular Galatasaray da oynayabilecekken Galatasaray’ın yedek kulübesindeki oyuncuların bu iki takımda şans bulabileceğini zannetmiyorum. Hoca Donk’tan falan kulübün ümidi kestiği oyunculardan bir şeyler elde etmeye çalışıyor, Ndiaye’yi de kaybetmişsin. o yüzden oyunun çok değişmediği için Fatih Terim’i eleştiremem. Beşiktaş ise Başakşehir’i yenseydi yarışta en büyük favori olarak görürdüm ancak olmadı. Beşiktaş şampiyon olacaksa kalan 8 maçta Galatasaray’ı da yenip toplam 22 puan falan toplaması lazım. Çok zor ancak yapabilir mi bu takım yapabilir. Türkiye Ligi’nde oynayabildiği zaman sahada en olgun oyuna sahip ve en kaliteli kadrosu. Ama bu sene bunu pek göremedik 26 haftada ve son sekiz haftada olacağını pek zannetmiyorum. Farkettiyseniz Fenerbahçe’den bahsetmedim hiç çünkü düşünmüyorum onların yarışın içinde olabileceğini. Fenerbahçeliler bana kızmasın ama kadro kalitesi son yıllara göre çok zayıflamış durumda ve bu Aykut Kocaman’ın bir takım hatalarıyla da birleşince problemli gözüküyor. Fikstürü en kolay takım ancak içerİde Akhisar’a da yenilebiliyor bu sezon takım. Oyun olarak ortaya bir şey konulmadığında pek bir şey ifade etmiyor fikstür avantajı. Başakşehir’in şampiyonluğu beni şaşırtmayacaktır ancak Galatasaray’ı bir adım önde görüyorum.
6- 26 maç sonunda bu ilginç tablonun oluşmasında sizce yabancı sınırı kuralının değişmesinin etkisi nedir?
Yabancı kuralının ligin kalitesini arttırdığı kesin. Geçen seferki yayın ihalesinden gelen paraların buralarda akıtılması ve yabancı sınırının esnetilmesi ile küçük takımlar daha da güçlendi ve diğer takımlar daha çok puan kaybetmeye başladı. bununla birlikte gol sayısı da önemli ölçüde artmaya başladı. Ama şampiyonluk yarışının yakın geçmesinde yabancı kuralının ne kadar etkili olduğu konusunda emin değilim. Geçen sene de kural aynıydı ve yarış nispeten daha rahat geçmişti Beşiktaş adına. Ligin yakın geçmesinde ben açıkçası yabancı sınırından ziyade kızmasın ama Şenol Hoca’nın daha çok etkili olduğunu düşünüyorum. Beşiktaş’ın Şampiyonlar Ligi’nde ortaya koyduğu oyun ve kadro kalitesine bakıldığında ligde toplanan puan bence tam bir başarısızlık. Şenol Hoca’nın çok iyi bir teknik direktör olduğunu ve çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Yani kazanma alışkanlığını neredeyse kaybetmiş, on senede bir şampiyonluklara neredeyse alışmış bir takımı iki sene üst üste şampiyon yapması, Şampiyonlar Ligi’nde lider olarak gruptan çıkarması falan müthiş işler. Tabi ki bunların sonunda onun da başarısız olma kredisi var ancak bu sezonun lig performansını muhtemelen kendisi de pek beğenmeyecektir.
7-Futbol dışında birçok farklı spor branşı anlattığınızı biliyoruz. Futbolu dışarıda bırakırsak anlatmayı en çok sevdiğiniz spor branşı nedir?
Ben tenisi çok seviyorum. Zaten futboldan sonra en çok anlattığım branştır. Futbol ve tenisin yanında basketbolu çok severim ama spikerlik dönemimde pek fazla anlatma durumum olmadı. Spesifik bir nedeni yok bunun aslında Eurosport’un o dönem çok iyi basketbol spikerleri vardı. Caner Eler gibi Uygar vardı Yiğit vardı. Dolayısıyla böyle bir ihtiyaç olmadığından bende pek talep etmedim. Sonrasında yan olarak çalıştığım kanallarda da genelde iyi basketbol spikerleri vardı ve basketbola kanalize olmadım oralarda. Yavaş yavaş başladım ama geçenlerde bir NBA maçı anlattım. Aslında zamanında birkaç İtalya Ligi maçı anlatmıştım ancak NBA ile tabi ki arada inanılmaz bir fark var. Ben esasında anlatmadan da çok iyi bir basketbol izleyicisiydim. İyi bir Los Angeles Lakers’lıyım her ne kadar beş senedir sürünsek de. Orkun’un da “oğlum sen yaparsın, anlatabilirsin” gazlarıyla başladık, iyi de geri dönüşler aldık. Devam edecek gibi.
Bunlar dışında drone yarışları anlatmayı seviyorum. Şaka bir yana Halter anlatmayı sevdiğim branşlardan biri. Bir dönem boks anlattım epey keyif aldım. Aslında baktığımda 20 -25 tane belki de farklı branş anlattım ve birkaç tanesi dışında pek keyif almadığım yayın olmadı diyebilirim. Geçtiğimiz kış olimpiyatlarında buz hokeyi anlatmıştım yine çok keyifliydi. Aslında üç değil iki devre olsa daha keyifli yayınlar olabilir buz hokeyinde çünkü iki saate yaklaştıkça artık yormaya başlıyor açıkçası. Yine kayakla atlama anlattığım dönem de olmuştu ve onu da sayabilirim.
Burada aslında esas durum şu. Spor tabi ki önemli ancak keyif açısından getirdikleri daha önemli. Mesela tenisi çok seviyorum ama bazen öyle bir maç geliyor ki dünya 280 numarası ile 500 numarası. Anlatırken keşke Hülya Avşar olsaydı da onu anlatsaydım diyorsun. Öte yandan bir Premier Lig maçı anlatıyorsun kafamı kaldırdığımda dakika hemen 38 olmuş falan.
8- Spiker şansına inanır mısınız? Canlı yaşadığınız şanssız bir an olmuş muydu?
Valla Benfica kartalını anlattım bu hafta Londra Merkez’de. O benim önemli spiker şanslarımdan biriydi. Bazı insanlar onu böyle yalan anı falan gibi algılamış ancak yüzde yüz gerçek anı. Şu anda o olay hepimize saçma gelebilir ancak şöyle düşünün: O anda 20 – 25 dakikadır canlı yayındasın, sorular geliyor maç neden başlamadı diye. Dakikalardır neden arıyorsun ancak yabancı sosyal medya hesaplarında falan da hiçbir şey yok. Bir iki dakika içerisinde karar vermek zorundasın ve hakikaten kartal yok ortada, etrafta tüyler uçuşuyor falan.
Bununla birlikte teniste gerçekten birçok epik maç anlattım. Bir dönem Serena Williams sadece benim anlattığım maçlarda kaybediyordu. Bu sene Premier Lig’de anlattığım 3-4 tane maç sezonun en iyi maçlarıydı. Chelsea – Arsenal maçının sonunda sesim gitti artık Uğur Abi’ye şakayla karışık son dakikaları sen anlat dedim canlı yayına gidecek şekilde. Devre arasında yanıma bir çay bir de su almıştım ama dokunamamışım, üstümdeki tişört sırılsıklam. İnanılmaz maçtı, o tempodan 7-8 tane Türkiye Ligi maçı çıkar. Bir de Tottenham – Liverpool maçı inanılmazdı. Yani senenin en keyifli maçları bu sene bana denk geldi Premier Lig’de. Bu sebeple olumlu yönde bir spiker şansımın olduğuna inanıyorum.
9- Biraz daha özel sorulara geçelim istedik. Mesleğe tam olarak geçiş döneminizi biraz daha anlatabilir misiniz? Tam olarak ben bu işi yapacağım dediğiniz dönem yani
Aslında ben bu işi yapacağım dediğim dönem üniversite zamanında başlıyor. Dedem annem falan anlatır ben daha dört beş yaşındayken maç seyredip futbolcuların isimlerini sayıklıyormuşum. O dönemi pek hatırlamıyorum ama okuma yazmayı öğrendikten sonra sürekli kadrolar yazıp çizdiğimi hatırlıyorum defterlerime. 90 Dünya Kupası ile birlikte gerek Panini çıkartmaları gerek futbolcuları daha iyi tanımam falan farklı bir zamandı. Ben o yazıp çizdiğim kadroları salonda halının üstünde misketle maç yaptırır bir yandan da anlatırdım. Annem babam görünce manyak bu çocuk herhalde diyorlardı. Alt komşumuzla papaz olduk baya çünkü misketle şut çekince baya bir ses çıkarıyordu. Sonra büyüyüp halıya eskisi kadar sığmamaya başlayınca bıraktım tabi.
O dönemler kesin spiker olacağım demiyordum elbette ama bu işin içinde olmak istediğimi hissediyordum. Spiker olur muhabir olur belki bir editör. Lise dönemi okulumuzun radyosu vardı orada Sportmen isimli bir program yaptım bir sene. Üniversitede Sakarya’da iken amatör şeyler kovaladım. 2004 gibi mezun olmaya yakın ne yapabilirim diye kanal kanal gezdiğim bir dönem var. O zamanlar tabi şimdiki gibi sosyal medya yok falan hatta doğru düzgün mail adresleri yok insanların o dönem. Murat Kosova’ya, Fuat Akdağ’a, Şansal Büyüka’ya ulaşmak istiyorum ama çok zor. Şimdi mesela Caner’e günde elli tane mention geliyor. Mesela sen bana tık diye ulaşabiliyorsun. Bir sürü kişi CV atıp “abi Eurosportta staj yapabilir miyiz” diye soruyor falan. O dönem böyle bir şey yok. Benim işim de olmadı olmadı falan. Bende artık belli bir çabalama döneminden sonra bir işe girip çalışmak durumundaydım. Askerden gelince bir holdingin ithalat bölümünde başladım çalışmaya. Yaklaşık üç sene sonra kuzenim Kadir Has Üniversitesi’nin sertifika programını attı, sen çok seversin falan diye. Medyaya geçmek gibi bir düşüncem olmadığını söyledim ama sonrasında isimlere baktığımda birçok önemli ismin orada olduğunu gördüm. İbrahim Altınsay, Fuat Akdağ, Ümit Kıvanç, Bağış Erten, Atilla Gökçe ve daha birçok insan. Sonra dedim ki spor servisine girmeme gerek yok, bu insanlarla beş ay vakit geçirsem, tanışsam, bazılarıyla daha sonra oturup dışarıda beraber ara sıra maç seyretsek falan yeter bana diye düşündüm. Sınava girdim, kazandım ve başladım programa. Bittikten sonra ben tekrar işime geri döndüm. Çünkü artık yaş gelmiş 27’ye. Tekrar stajyer olarak başla altı yedi ay kendini ispatla falan. Bu işte bir de çalışanın yapabileceği bir iş değil, yetenekli olanın çalışarak yapabileceği bir iş. Dünyanın en çalışkan insanı, sporu bilen insanı ol, o mikrofonun karşısına geçtiğinde konuşamıyorsan bitti iş.
İşte o dönemler Bağış Erten Eurosport’ta bir arkadaşın askere gittiğini ve istersem beni deneyebileceklerini söyledi. Bende bir iki gün düşündüm ettim ve tamam dedim, geleceğim, yapamazsam bir iki ay sonra eski işime geri dönerim dedim. En azından hayatımda bir keşke olmasın dedim ve çok şükür o günden sonra çok güzel gitti işler.
Geçtiğimiz aylarda bildiğiniz gibi NTVSPOR kanalı yayın hayatına son verdi. Sizi ve Emre Özcan, Uğur Karakullukçu gibi birçok arkadaşınız ve meslektaşınızı da oradaki Yenilsen de Yensen de programıyla hatırlıyoruz. O programın yeri sizin için de ayrıydı herhalde?
Evet kesinlikle. Tam anlattığım dönemin ortasındaydı. Kadir Has’ta başladım, Bağış Erten’le tanışmışım falan. Kurs bittikten sonra ben kendi işime geri döndüm ve bir gün işte NTVSPOR’ dan aradılar Yenilsen de Yensen de programı için. Kendi bloğum yoktu ancak bir blog sitesinde yazıyordum lig ve Beşiktaş üzerine. Gelir misiniz dediler ve katıldım. Güzel günlerdi ve oradan birçok insan yetişti. Aslında oradaki insanlar zaten medya ile bağlantılılardı yada olmak üzerelerdi. Çok müteşekkirim tabi ki ancak o program olmasaydı da mesela Uğur falan zaten medyaya girmek üzereydi. Tabi o zamanlar bir uzman olarak değil taraftar olarak katılmıştık. O zamanlar spiker Erman Yaşar değil Beşiktaşlı Erman Yaşar’dım ve uzun süre bunu silmeye çalıştım. Tabi ki Beşiktaşlıyım ve bunu saklamaya çalışıyor değilim. Yalnızca bunu insanlara anlatmak zor. İnsanlar şunu düşünmeli, insanların hiçbirinin dört beş yaşındayken ben ileride spiker olacağım takım tutmayayım diye düşünecek hali yok. O yüzden bugün spor medyasında kimi biliyorsanız hepsinin bir takımı var ancak o fanatik güruhu bir kenara bırakırsak hepsi de atıyorum Galatasaraylıyken Beşiktaş’ı da keyifle anlatır, Beşiktaşlıysa Fenerbahçe’yi de keyifle anlatır. Yani futbol ve takım muhabbetini geçtim, bir kere Maria Sharapova – Serena Williams maçı anlatıyorum. Biri “ya sende ne Serenacıymışsın be” diye tepki gösteriyordu. Kaldı ki Serena benim sevdiğim favori oyuncularımdan biri bile değil tersine Sharapova’yı çok severim. Ama orada Serena paçavraya çevirdi Sharapova’yı kortta. O maçı nasıl Serenayı ön plana çıkarmadan anlatabilirim ki? Ya ben bir kere Afrika Kupası finali anlatıyorum, Eboue yedek ve Zokora ilk 11’de. Maçın başında dedim işte Trabzonsporlu Zokora ilk 11’de, şu dakikaya kadar iyi oynadı falan gibisinden. Sonra birkaç kere kamera Eboue’yi gösterdi, o da kulübede komiklikler falan yapıyor. Ben de biri yirminci dakikada bir de kırklarda iki kere ona değindim Galatasaraylı Eboue bu sene ligde de iyi performans gösterdi, kulübede de keyfi yerinde gözüküyor falan diye. Devrede Twitter’a bir baktım ulan sen nasıl bir Galatasaraylıymışsın orada bizim adam oynuyor sen Eboue’den bahsediyorsun diye mesajlar falan.
10- Son sorulara yaklaşırken mesleğinizde örnek aldığınız yada beğeniyle takip ettiğiniz kişiler var mıdır ?
Özellikle İngiltere’de çok iyi spikerler var. John Motson’ı söyleyebilirim bir de City’nin şampiyonluk golünde “I swear you’ ll never see anything like this ever again” anonsuyla aklımızda kalan Martin Tyler diyebilirim.
Türkiye de tabi ki bizim kuşak için Ercan Taner bir efsanedir. Ben 17 – 18 yaşlarımda Murat Kosova’nın tam prime dönemleriydi. Bu adam olmak için neler vermezdim dediğim biriydi benim için. Yalçın Çetin’i çok beğenirim. Bizim jenerasyondan Emre Gönlüşen ve Gökhan’ı söyleyebilirim. Hünkarı severim Hünkar Mutlu. Hem çok iyi eğlendirir hem de çok iyi bilgilendirir yayında. Bizim jenerasyondan tabi çok iyi spikerler yetişti adını hatırlayamadıklarım kusura bakmasın mesela Caner, Emre Yazıcıol, Ozan Sülün, Can Önduygu.
11- Bu sene senelerdir çalıştığınız Eurosport’ un yanında SSports ekranlarında da görüyoruz sizi. Bununla birlikte Socrates Dergi Youtube kanalında yayınlanan Londra Merkez programıyla da birlikte sosyal medyada büyük bir Erman Yaşar kitlesi oluştuğunu görüyoruz. Siz kariyerinizde bu dönemi bir sıçrama yada prime dönemi olarak görüyor musunuz ?
Buna üç sene sonra daha iyi bir yanıt verebilirim. Bu dönem Premier Lig anlatmam, Londra Merkez programı falan derken 2018 yılında insanlar beni daha çok tanımaya başladı diyebilmem için biraz daha süre geçmesi lazım ama şunu söyleyebilirim: sosyal medya anlamında, insanların iyi geri dönüşü olarak katılıyorum. Ben yıllarca Şampiyonlar Ligi, Bundesliga, Grand Slam’ler vs bir sürü şey anlattım ama abi Premier Lig başka bir şeymiş. dışarıdan izlerken en keyif aldığım ligdi zaten ancak şimdi anlatmaya başlayınca daha bir farklı. Bu sezon anlattığım en keyifli maçlardan biri de Cyristal Palace – Leicester maçıydı. Muhteşem maç olmuştu. Her maçın bu kadar keyifli olduğu, spikeri iyi olmaya zorladığı bir lig daha görmedim ben. İlla City, United, Liverpool falan anlatmasan da Premier Lig sizi performans olarak da zirvede tutan bir lig. Eurosport tabi daha kapalı bir alan ama SSports şunu kırmamı sağladı. Dsmart ve Tivibuspor platformları yayın olarak herkese ulaşmıyordu şifreli olmasından dolayı. Bu sezon daha fazla kişiye hitap etmeye başladık diyebilirim.
Londra merkez de çok yapmak istediğim bir şeydi zaten. Ozan da çok matrak adamdır, biz onunla zaten bir senedir falan bir youtube kanalı üzerinden haftada bir saat geyik yapmak istiyorduk. Futbol konuşmak istemiyorduk ki Londra Merkez de öyle başladı. Onur da ilk aradığında Socrates’in youtube kanalında yayın yapmak istedikleri ve bizi de Premier Lig’de düşündüklerini söyledi. Olur dedik yalnız ben dedim ki “madem bunu youtube kanalında yapacağız ben o zaman kendim olurum” . İnsanların televizyonda gördüğü ve mecburen belli kalıplar içinde hareket etmek zorunda olduğu insan olmam. Ben zaten Emre Özcan’la yaklaşık 10 senedir ev arkadaşıyım ve sabah akşam evde futbol muhabbeti dönüyor, Ssports’a geliyorum futbol anlatıyor ve konuşuyorum. İnsanların zamanının çok önemli olduğu ve her yerden bilgi bombardımanının olduğu bu dönem de haftada 25 – 30 dakika bir program yapacaksak eğer tamamen futbol konuşmak olmazdı, açık konuşayım ben izlemezdim. Burada senle nasıl rahat konuşuyorsak orada da öyle olmayı tercih ettik ve insanlarda genel olarak beğendi. Böyle gider umuyorum.
Son olarak sosyal medyada sık sık dizi film ve şarkı paylaşımları yaptığınızı görüyoruz. Bu konudaki tercihlerinizden bahseder misiniz biraz?
Ben aslında epey bir 90’lar insanıyım. Dünyada nitelikli müziğin yapıldığı son dönem olduğunu düşünüyorum, Belki 2000’lerin başıyla birlikte. Artık biraz daha sabun köpüğü işler yapılıyor. Türkçe için konuşmam gerekirse Sertap Erener, Tarkan, Levent Yüksel falan çok büyük yıldızlardı. Keza yabancı olarak Michael Jackson’lar, Madonna’lar, Metallica’lar falan… Bu fark yabancılarda biraz daha az olsa da ben hakikaten o dönemlerin müziğine de sinemasına da aşığım. Tercih ettiğim tek bir tür yoktur mesela peş peşe Metallica ve Müslüm Gürses dinlediğim çok olmuştur. Bana o hazzı geçiren her ezgiye kulağım açıktır ki o his zaman zaman Aşkın Nur Yengi’de de geçiyor zaman zaman Led Zeppelin’de de.
Dizilerde de öyle.. Çok farklı Türk dizileri izleyemiyorum. Önemli bir zaman problemi var herkesin bildiği gibi. Bunlardan ayrı olarak Ezel’in ilk sezonu dünyadaki tüm dizilerle yarışabilir bence. İkinci sezonda biraz senaryonun doldurulmasıyla düşse de halen en iyi Türk dizisi olduğunu düşünüyorum. Kurtlar Vadisi 1-97 ‘de kapışabilir, Behzat Ç. ve Süper Baba’da kapışabilir. Yeni dönemde Çukur’u ve Ufak Tefek Cinayetler’i izliyorum, o seviyede değiller ancak izlenebilecek işler. Yabancı diziler, aslen çok izliyorum. Homeland 6-7 senedir severek takip ediyorum, Peaky Blinders, Fargo gibi dizileri takip ediyorum. Çok ciddi bir Breaking Bad hayranıydım ve o yüzden Better Call Saul’u yakından takip etmeye çalışıyorum. Prison Break, Lost, Dexter gibi dizileri de tabi ki bitirmiştim. Genelde günlerim maç futbol yayın falan geçiyor ancak evde fırsat buldukça da bunları takip etmeye çalışıyorum, izledikçe sizlere de yansıyor zaten sosyal medyadan.