17. yüzyıl İngiltere’si bütün yönleriyle erkek egemenliğine dayalı bir yapıya sahipti. Erkekler politika, hukuk, din ve askeri alanlarda kararları verirken, kadınlar ise ev ve aile ile ilgili kararlarda kısıtlı kalmışlardı. Yine de bir önceki yüzyıla baktığımız zaman İngiltere’nin iki kadın tarafından yönetildiğini görebiliyoruz: Kraliçe I. Elizabeth ve Kraliçe I. Mary. Peki, gerçekten erkeklerin İngiltere’sini yöneten başka bir kadın daha yok muydu?
Olmadığını söylersek bu konuda biraz aceleci davranmış olabiliriz. Cinsiyet ilişkilerini ve kadınların politik dünyada kültürel ve sosyal anlamda mücadele etme yeteneğini göz önünde buldurursak, bu başarıyla hüküm sürmüş iki kraliçeden farklı olarak çok daha karanlık, belirsiz ve incelikli olarak iktidarda yer alan bir kraliçeyle karşılaşabiliriz.
1603 yılında İngiltere’nin efsanevi kraliçesi Elizabeth’in ölümünden sonra tahta, o zamanlar İskoçya Kralı olan kuzeni James geçmeyi başarmıştır. I. James’in İngiltere tahtına geçmesiyle beraber İngiltere yine erkek egemenliği altına girmiştir. Ancak James tahta geçerken beraberinde erkeklerin İngiltere’si için oldukça ilginç bir isim olan genç eşi Danimarkalı Anne’yi de beraberinde getirmiştir.
Anne, her ne kadar Danimarka Kraliyet Ailesi’ne mensup olsa da bulunduğu konumu evliliğine, sahip olduğu gücün büyük çoğunluğunu ise kralın gözü ve kulağı olmasına borçluydu. Hiyerarşi düzeninde James’ten aşağıda olmasına, kendine herhangi bir yetki verebilecek bir ofisi olmamasına rağmen yine de belli bir düzeyde özgürlüğe ve etkiye sahipti. Bu durumun arkasında yatan sebepleri ise James ile olan ilişkisinin doğası, James’in av tutkusu, sarayın yapısı ve Anne’nin önemli pozisyonlarda bulunan saray mensuplarıyla kurduğu stratejik ilişkiler oluşturmaktaydı.
Stuart Hanedanı İngiltere’si kral dışında iki merkezi güce daha ev sahipliği yapıyordu: Kraliçe ve Prens. Bu yan saltanatların beğenileri, politikaları, estetik ve kültürel anlayışları ise her zaman James tarafındakilerle uymayabiliyordu. Bu uyumsuzluk bir isyan ya da reddetme düzeyinde olmasa bile çeşitlilik ve tartışma ortamını desteklemeye yetecek düzeydeydi.
Çeşitli alanlarda Anne ve James’in fikirleri açıkça uyuşmuyordu. Anne’nin himayesinde bulunan sanatçılar, beğendiği portre tarzları, yapı ve bahçe düzenlemelerine olan tutkusu ve saray görevleri için desteklediği kişiler onları birbirinden ayrıştırıyordu.
Mesafeler, kraliyet ailesinde Anne’nin sözünün geçmesini sağlayan bir diğer önemli etkendi. James, yılın çoğu zamanında Londra’da olamıyordu. Bunun başlıca sebepleri ise kendisinin avlanmaya yönelik olan tutkusu ve seyahat etmenin getirdiği politik faydaların farkında olmasıydı. Kralın uzun süre etrafta olmamasına rağmen hanedanın parçalara ayrılmamasının başlıca sebebiyse oldukça becerili olan danışma meclisiydi. Bu mecliste ise göze çarpan iki önemli isim vardı: Robert Cecil ve sevgili eşi Anne.
Krala Ulaşmanın Yolu
Anne, James’ten farklı olarak zamanının çoğunu Londra’da geçiriyordu. Kral ve danışman meclisi arasında aracı görevi görüyor, kralın mesajlarını iletiyor ve haftalık toplantılara ev sahipliği yapıyordu. Çoğunlukla Londra’da monarşinin temsilcisi olan Anne, seçkinler ve soylular tarafından kolayca ulaşılabilir durumdaydı. Seçkinler ve soylular tarafından, krala ulaşmak adına bir kral sözcüsü görevi görüyordu ve bu sayede oldukça değer görüyordu.
Anne ve James’in en büyük oğulları ve tahtın varisi olan Prens Henry’nin, İngiltere’nin gelecekteki stratejik evliliğini yapacağı hakkındaki söylentiler hızla yaygınlaşırken, birçok büyükelçi Anne’yi en güvenilir bilgi kaynağı olarak görmeye başladı ve sıklıkla onun görüşlerini almak için uğraştılar.
Anne’nin kral üzerindeki etkisi İspanyolların da gözünden kaçmadı ve onu evlilik teklifinin başarıya ulaşması yolunda bir anahtar olarak gördüler. Bu yüzden dönemin en popüler yoluyla onu etkilemek istediler, yani hediyelerle. Elçiler, James’i Barut Komplosundan[1] sağ kurtulduğu için kendisini tebrik etmeye gittikleri zaman, bir diğer politik görevleri ise Anne ile iletişime girebilmek ve ona mücevher ve kıyafet takdim etmekti. Gerçekte ise Anne’nin kral üzerinde ne kadar etkisi olduğu tartışmalı bir konudur. Ancak algılar neredeyse gerçekler kadar güçlüdür.
Ataerkili Oynamak
Saray ne kadar birden fazla merkeze sahip olan bir yapıda olsa da bu ataerkil bir yapıda olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Anne’nin bir ofisi olması yasaklı bir durumdu ancak krala olan yakınlığı sayesinde eylemleri ve düşünceleri politik ağırlık taşıyordu.
Anne, gerektiğinde kendisi adına konuşabilecek ya da eyleme geçebilecek, kendisiyle aynı fikirleri taşıyan erkeklerle stratejik ortaklıklar kurma konusunda da dikkatliydi. 1610 ve 1612 yılları arasında James’in en sevdiği oğlu olan Robert Carr’ın gücünü kısıtlamak için büyük oğlu Prens Henry ile birlikte çalıştı.
Carr, medeni hukuk mahkemesi baş temsilcisi olarak atandığı zaman onu, ofisini Henry’nin yakın arkadaşı ve Anne’nin baş nedimesinin erkek kardeşi olan John Harington ile paylaşmaya zorladı. Mahkemede sekreterlik pozisyonu için rekabet olduğu zaman ise Carl, Anne ve Henry’nin adayını desteklemek zorunda kaldı çünkü onlara karşı gelmek ya da ‘saldırganlara’ karşı durmak istemedi.
Daha sonraları Anne, Carr’ın görevden uzaklaştırılmasında kilit bir rol oynamıştı. Pembroke ve Southampton kontları ile birlikte hareket ederek George Villiers’ı favori aday haline getirmişti. Carr’ın protestolarına rağmen Anne, James’i ikna ederek Villiers’ın krala ve dolayısıyla güce ulaşmasını sağlamıştı ve böylece Villiers’ın önlenemez yükselişi başlamıştı.
Kral James ve sonrasında da Kral I. Charles’ın favorisi olan Villiers, Buckingham Dükü, Garter Şovalyesi, meclis üyesi ve Lord Amiral ünvanlarının sahibi oldu. Bu sayede sarayın tartışmasız en güçlü ismi haline geldi. Carr’ın düşüşü anlamına gelen bu yükseliş ise Anne sayesinde ve ona bağımlı şekilde oldu. Dolayısıyla da Anne ile ilişkileri her zaman iyiydi.
17. yüzyıl İngiltere’sinin resmi yapısı her ne kadar kadınlar için elverişli olmasa da Danimarkalı Anne, siyasi gücün kadınlar tarafından da elde edilebileceğinin kanıtıdır.
[1] Yönetime karşı olan bir grup İngiliz Katolik tarafından, Kral James’i ve diğer soyluları öldürmek amacıyla 5 Kasım 1605’te yapılan Parlamento Binası’nı havaya uçurma girişimidir.
Yazan: Jemma Field
Çeviren: Öykü Kenanlı
Kaynak: The Conversation