IQ sizi okuldan mezun eder, EQ ise hayattan!
EQ (Emotional İntelligence) duygusal zeka olarak da tanımlanan, sayısal zekanın gölgesinde kalmış, hak etiği değeri ve önemi bir türlü bulamamış zeka türü.
Toplum içinde var olabilmemizin, ilişkilerimizin, düşünme biçimimizin anahtarı bana kalırsa da…
Duygu ve Zeka İlişkisi
Duygu ve zeka arasındaki ilişki bütün insanlık tarihi boyunca tartışılmış felsefi bir konudur. Modern ve klasik olarak iki ayrı başlık olarak incelenebilir.
Klasik yaklaşımda Platon, duyguların alt düzeyde ve yönsüz olduklarını ve mantık tarafından yönlendirmelerinin gerekli olduğunu öne sürmüştür. Antik felsefede Stoacılar ise bilge kişinin hiçbir duygu ya da hissin etkisinde kalmayan kişi olduğunu savunmuşlardır.
Avrupa’da Skolastik Hıristiyan anlayışının da etkisiyle temel duygular şeytana ait kötü unsurlar olarak görülmüşlerdir ve yedi ölümcül günahın (gurur, açgözlülük, kıskançlık, öfke, şehvet, oburluk, tembellik) yorumlamaları da bu görüşü güçlendirmiştir. Yedi ölümcül günahın karşısındaki yedi erdemin (basiret/sağgörü, umut ve sevgi, ölçülülük, metanet/sebat/tahammül, adalet, inanç, umut, sevgi) içinde inanç, umut ve sevgi gibi duyguya dayanan erdemler olsa da yine de duygular pek çok zaman kötülüğe ve yıkıma giden yolda birer kilometre taşı olarak görülmektedir.
Descartes’ın dönemine gelindiğinde akılcılık yaklaşımının sistematik bir biçimde ifade edildiğini görürüz. ‘’Cogito ergo sum’’ (Düşünüyorum, öyleyse varım). Aklın kaynağını oluşturan zihinle, duyguların kaynağını oluşturan vücut bir uçurumla ayrılmaktadır. Kısaca duyguları kontrol edilmesi gereken ilkel unsurlar olarak tanımlamıştır.
Tüm bu düşüncelerin etkisiyle de pek çok insan akılcılığın egemenliğini ve duyguların sahip olduğu güçsüz konumu zaman içerisinde sorgulanmaya gerek bile duyulmayan salt gerçekler olarak kabul etmişlerdir.
‘’Yüksek kolektif entelektüel bir seviye ye ulaşmanın tek yolu sosyal uyumdam geçer.’’
-Daniel Goleman
Modern yaklaşımlarla birlikte ise aklın duygulara mutlak egemenliği paradigması sorgulanmaya başlanmış, beyin araştırmaları alanındaki gelişmeler akıl-duygu ilişkisi konusuna yeni bakış açıları getirmiştir. Nöroloji Profesörü Damasio (1999) Descartes döneminden beri süregelen akıl-duygu bölünmüşlüğünün ve aklın mutlak egemenliğine “Descartes’ın Yanılgıları’’ adlı eserinde karşı çıkmıştır.
‘’… İnsanlığın doğuşundan çok önceleri varlıklar yine varlıktı. Evrimin bir noktasında temel bir bilinçlilik başladı. Bu temel bilinçlilikle basit bir zihin oluştu. Zihnin daha da karmaşıklaşmasıyla, düşünme, daha da sonraları iletişim kurmak ve düşünceleri daha iyi örgütlemek için dilin kullanılması olasılığı belirdi. Demek ki o zamanlar insan, önce varoluyor, sonra düşünüyoruz. Düşünme, varoluşun yapıları ve işleyişi sayesinde olabildiği için, önce varolur, sonra düşünürüz ve ancak varolduğumuz kadar düşünürüz.’’(Damasio, 1999, syf. 274)
İnsanlık tarihini kapsayan 6 milyon yıllık dönem incelendiğinde modern insan olan ve tam akılcılığı sağlayan prefrontal cortex’e sahip sapiens’in 150,000 yıl önce geliştiği görülür. Bu durumda insanları insan yapan olgu önceden varolan bir duygusal tabanın üzerine akılcı bir zekanın eklenmesidir. Süreç incelendiğinde çok daha eski evrimleşmiş bir süreç olan duygusallığın hem zaman hem de etki açısından akılcılığın yerini alma eğilimi olduğu görülmektedir (Massey,2002).
Sonuç olarak insanın düşünceleri ve duyguları birbirinden ayrılmaz bir bütündür (Goleman, 2001, Segal, 1997, Graves, 1999, Carney 1999, Jones, 2000) ve ikisinin arasında temel bir zıtlaşma yoktur (Frijda, 1998).
Duygular gerek gündelik gerekse örgütsel yaşamın ayrılmaz unsurlarıdır. Özellikle çağdaş yaşamın gerekleri insanların duygusal altyapılarını zorlayarak duygularını anlamaları her zamankinden daha fazla gerekli kılmaktadır. Bu doğrultuda günümüzde duygusal zekanın en az bilişsel zeka kadar önemli bir zeka türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Aristo’nun sözüyle noktalamak gerekirse (Goleman, 2001);
‘’Herkes kızabilir, bu kolaydır. Ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru nedenle ve doğru şekilde kızmak, işte bu kolay değildir’’
KAYNAKÇA
Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt 6, Sayı:3, 2004