Türk demokrasisi batılı demokrasilerin aksine daha geç gelişme göstermiştir. Çeşitli nedenler öne sürülebilir ancak kabul etmeliyiz ki 2000 yıl boyunca güçlü bir hükümdara (bey, hakan, sultan vs.) mutlak itaatle yönetilen bir toplumda millet egemenliği ve demokrasi düşüncesinin gelişmesi kolay olmasa gerek.
‘’Türk topraklarını işgal etmenin zor, ama ele geçirildiğini varsaydığımızda yönetiminin kolay olduğunu ; tersine Fransız topraklarını ele geçirmenin daha kolay, ele geçirildikten sonra yönetiminin daha zor olduğunu söyleyebiliriz.’’ (Niccolo Machiavelli)
Machiavelli, Prens adlı kitabında yer verdiği bu ifadeleri Türk toplumunun üzerinde sultandan başka kimsenin etkisinin olamayacağı bu sebeple Türk yurduna yapılan saldırılar karşısında toplumun tek vücut olacağı şeklinde gerekçelendirmiştir.
Halil İnalcık ise Machiavelli’yi de etkileyen Türk İmparatoru Fatih Sultan Mehmet’in otoritesini ‘’Fatih devrindeki hukuki gelişim bir esas amile dayanır, o da İstanbul un fethinden sonra Fatih’in sınırsız bir otorite kazanması ve merkezi ve mutlak imparatorluğu kurmuş olmasıdır.’’ şeklinde açıklamıştır.
Machiavelli döneminde (15. Ve 16.) imparatorluk Türkiye’sinde güçlü bir kapıkulu sisteminin varlığı sayesinde devlet adamları ve ordunun merkez kuvvetleri (Yeniçeri ve diğer kapıkulu askerleri) doğrudan padişaha bağlı ve tabiri caizse onun kölesi konumundadır.
17.Yüzyılın 2. Yarısında ise Köprülüler dönemi denilen dönemde ise güçlü yetkiler ile donatılmış Vezir-i azamlar (Türk kökenli) dahi toplum nezdinde yeterince ilgi odağı olmayı başaramamıştır. Gerçekten de Türk toplumu üzerinde sadece sultanlar mı etkiliydi?
Köprülüler döneminden yaklaşık 200 yıl sonra bir subay ciddi bir kriz döneminde benzer yetkilere sahip iken toplumun kahramanı olmayı başarabilmiş ve Machiavelli’nin ifadelerinin artık Türk toplumu nezdinde hiçbir anlam ifade etmemesini sağlayacak icraatler yaparak toplum açısından yeni bir devrin açılması sürecini noktalamıştır.
Kısa Tarihçemiz
Türk demokrasisi ve milli egemenlik anlayışı Sultan 2.Mahmud döneminde ayanlar ile padişah arasında yapılan Sened-i İttifak ile filizlenmeye başlamıştır. Öyle ki; padişah kendisine ait bazı yetkilerden vazgeçerek tarihimizde bir ilke imza atmıştır. Her ne kadar Alemdar Mustafa Paşa’nın ölümü ile uygulamaya geçemese de Sened-i İttifak bir başlangıç olma özelliğine sahiptir.
Sultan 2. Mahmud yenilikçi bir padişah olarak tarih sahnesinde yerini almış ve yerine geçen oğlu Sultan Abdülmecid ile bu yenilikler devam etmiştir. Tanzimat Fermanı ve Islahat fermanları demokrasimizin gelişimi açısından önemli bir gelişme olmuş ve 1876’da ilan edilen ilk anayasamız olan Kanun–i Esasi için de önemli bir zemin hazırlamışlardır.
Sultan 2.Abdülhamid döneminde 93 harbi (1877-78) sonrasında anayasa rafa kaldırılmış ve meclis dağıtılmıştır. Bu süreç 1909 yılında 2.Meşrutiyetinin ilanına kadar aralıksız olarak sürmüştür. 31 Mart vakası sonrasında hareket ordusunun müdahalesi Sultan Hamid tahtan indirilmiştir.
2.Meşrutiyetin ilanından sonra birden fazla parti teşekkül etmiştir. 1912 yılından sonra Bab–ı Ali baskını ile Cemal, Talat ve Enver paşanın başını çektiği İttihat ve Terakki’nin otoriter yönetimi ülkede söz sahibi olmuş ve bu olay aynı zamanda Cumhuriyet dönemine de sirayet edecek darbe kültürünün yerleşmesinde etkili olmuştur.
Milli Egemenlik Ve İktidar Modeli
Mondros mütarekesinden sonraki süreçte Atatürk 9.Ordu müfettişi olarak gönderildiği Anadolu’da milli mücadeleye önderlik etmiş ve bu görevden istifa etmesine rağmen halk ve diğer ordu mensuplarınca lider olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Her ne kadar milli mücadele döneminde doğrudan padişahı hedef almaktan kaçınsa da artık toplum nezdinde iktidar sahibi, O ve kurulmasına öncülük ettiği Büyük Millet Meclisi olmuştur. Böylece neredeyse Köprülü ailesine mensup vezir-i azamlara benzer yetkilere sahip olan ve hanedan mensubu olmayan bir kişi toplum nezdinde iktidar sahibi kabul edilmiştir.
Atatürk ve Napoleon Arasındaki Fark
Halkın iktidar sahiplerine olan sevgisi bazen halkın kendi kendini yönetmesinin önündeki en büyük engellerden biri olmuştur. Napoleon buna verilecek en büyük örneklerden biridir. İhtilal döneminde öne çıkan parlak bir subay olan Napoleon yeni kurulan düzende yönetimi eline almış önce diktatör olmuş sonra kendisini imparator ilan etmiş kendi hanedanlığını kurma hayallerine kapılmıştır. Atatürk ile Napoleon arasındaki fark ise burada ortaya çıkmaktadır. Napoleon Fransız devletinin güçlenmesine çalışırken aynı zamanda kendi ailesinin iktidarda kalması için çaba göstermiş ve başarısız olmuştur. Atatürk ise toplumu demokratik rejime hazırlamaya çalışmış ve kendisinden sonra milli egemenlik olgusunun kalıcı olması adına çalışmıştır.
Cumhuriyete Doğru Kurulan Bir Köprü
23 Nisan tarihi milli mücadelenin en önemli safhalarını oluşturmakla birlikte imparatorluk döneminden gelen yenilik ve birikimlerin yeni kurulacak cumhuriyete aktarımı açısından köprü görevi gören bir tarih olarak karşımıza çıkmaktadır.
Büyük Millet Meclisinin açılması 2000 yıldır devam eden bir iktidar modelinin sona ermesi açısından 100 yıldır devam eden süreçteki en güçlü gelişme olarak karşımıza çıkmıştır. Zira milli egemenlik olgusunun gelişmesi ile meşruiyet kaynağını Oğuz Han gibi tarihi figürlerin soyundan gelmeye dayandıran anlayışının yerini meşruiyet kaynağını halk iradesine dayandıran iktidar modeli almıştır.
Büyük Millet Meclisinin açılışının 100. yılında başta Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere demokrasimizin ve cumhuriyetimizin gelişimine katkıda bulunan herkese saygı ve minnetle…
“İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et
ve kemik geçici Mustafa Kemal… İkinci
Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesi ile
ifade edemem; o ben değil bizdir!
O, memleketin her köşesinde yeni fikir,
yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan
aydın ve savaşçı bir topluluktur.
Ben, onların rüyasını temsil ediyorum.
Benim teşebbüslerim, onların özlemini
çektikleri şeyleri tatmin içindir.
O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz.
Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı
olması gereken Mustafa Kemal odur!”
Mustafa Kemal Atatürk, Ankara, 1933