“22 Haziran 1942 Cumartesi
Hatıra defteri tutmak benim gibi biri için tuhaf bir duygu. Yalnızca daha önce hiç yazmadığımdan değil. İleride ben de dahil hiç kimse on üç yaşında bir kızın içinden geçenlerle ilgilenmeyecekmiş gibi geliyor. Ama aslında bunun hiçbir önemi yok, ben yazmak ve daha da önemlisi kalbimden geçen bir sürü şeyi ortaya dökmek istiyorum.” (sf. 15)
Bu cümleler on üç yaşındaki bu küçük kızın belki de hayatındaki tek yanılgısıydı. Çünkü o aslında UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’nde yer edinen ve dünyanın en çok okunan günlüklerinden birini kaleme alıyordu.
Anne Frank, Yahudi bir ailenin en küçük çocuğuydu. Hollanda’da bir apartman dairesinde annesi, babası ve ablası Margot ile birlikte yaşayan bu küçük kızın hayatı Adolf Hitler’in Hollanda’ya girip burada yaşayan Yahudilere de tıpkı Almanya’dakiler gibi kısıtlamalar getirmesiyle tepe taklak oldu.
“1940 Mayısından sonra iyi günler tepe taklak oldu: Önce savaş, ardından teslimiyet, Almanların egemenliği ve biz Yahudiler için sıkıntılar başladı. Yahudi kanunları birbirini izledi ve özgürlüğümüz epey kısıtlandı. Yahudiler Davut yıldızı taşımak zorundalar, Yahudiler bisikletlerini teslim etmeliler, Yahudiler tramvaya binemezler, Yahudiler -özel dahi olsa- bir arabaya binemezler, Yahudiler sadece öğleden sonra üçle beş arasında alışveriş yapabilirler, Yahudiler yalnızca Yahudi bir berbere gidebilirler, Yahudiler akşam sekizden sabah altıya kadar sokağa çıkamazlar, Yahudiler tiyatro, sinema ve diğer eğlence yerlerinde duramazlar (…) Hayatımız ‘o yasak bu yasak diye’ böyle devam etti. Jacque bana her zaman şöyle der: Artık bir şey yapmaya cesaret edemiyorum, çünkü yasak olmasından korkuyorum.” (sf. 17-18)
Korku ve yokluk dolu bu günlerde Anne Frank, ailesiyle ve tanıdıkları dört kişiyle birlikte iki yıl boyunca Prinsengracht sokağındaki 263 nolu apartmanda, kitaplığın arkasındaki gizli bir katta saklandı.
“Aklım saklanma düşüncesiyle meşgul bir halde en çılgınca şeyleri çantama koymuştum, ama pişman değilim, anılarıma kıyafetlerimden daha fazla değer veriyorum.” (sf.29)
Anne, “Arka Ev”de saklandıkları süre boyunca doğum günü hediyesi olan “Kitty” ismini verdiği hatıra defterine sadece duygularını, ailesiyle ilişkisini, ergenlik çağındaki bir çocuğun ruhsal ve fiziksel değişimini değil; küçük bir çocuğun gözünden savaşın ne kadar korkunç bir şey olduğunu, savaşa dair gelişmeleri, korkularını, üzüntülerini ve birlikte saklanmak zorunda kaldıkları diğer ev sakinlerine karşı hislerini de yazdı.
“Miep, Westerbork’tan kaçan birinden bahsetti. Westerbork korkunç bir yer olmalı. İnsanlara hemen hemen hiç yemek vermiyorlar, suyu zaten geçtim. Günde sadece bir saat su var. Birkaç bin insan için bir tuvalet ve bir lavabo. Erkekler ve kadınlar bir arada uyuyorlarmış, kadınlarla çocukların saçları tamamen kesiliyormuş. Kaçmak neredeyse imkansızmış, saçsız kafalarıyla ve Yahudi tipleriyle damgalı gibilermiş.” (sf. 61)
Dostlarının evlerinden alınıp toplama kamplarına götürüldüğünü bilmesine, sesini çıkarmadan bir evde saklanmak zorunda olmasına, iki yıl boyunca dışarı adım bile atamamasına, kimseler görmesin diye camı dahi açamamasına, her gün aynı yüzleri görmek zorunda olmasına rağmen Anne savaşın biteceğine inanmış ve defterine umut dolu cümleler de yazmış. Geleceğinden ve hayallerinden hiç vazgeçmemiş.
“Eğer olması gerektiği gibi yazacak kadar yetenekli değilsem, o zaman kendim için yazabilirim. Ama ben kendimi geliştirmek istiyorum. Annem gibi, Bayan van Daan ve bütün diğer kadınlar gibi, yaşamak zorunda olmayı, gündelik işini yapmayı ve sonra ileride unutulmayı hayal bile edemiyorum. Eşimin ve çocuklarımın yanı sıra, kendimi adayacağım bir hedefimin olması gerek! Ah evet, ben çoğu insan gibi boşa yaşamış olmak istemiyorum. Etrafımda yaşıyor olup beni tanımayan insanlara faydalı olmak ve mutluluk vermek istiyorum. Öldükten sonra da yaşamaya devam etmek istiyorum. Bana doğuştan, kendimi geliştirmek ve içimdekileri yazarak ifade etmek imkanı bağışladığı için Tanrı’ya şükrediyorum.” (sf. 251)
Küçücük yaşında edindiği acımasız tecrübelere ve sırtındaki korkunç yüklere rağmen ideallerinden asla vazgeçmeyen Anne, Arka Ev’de elindeki imkanların sınırlarını zorlayarak eğitimine ve kendisini geliştirmeye devam etmiş. Okumayı ve öğrenmeyi asla bırakmamış.
“Şu an İmparator V. Karl’ı okuyorum, Göttingen Üniversitesi’nden bir profesör yazmış. Bu kitap üzerinde tam kırk yıl çalışmış. Beş gün içerisinde elli sayfasını okudum, daha fazlası mümkün değil. (…) Öğrenci bir kız bir gün içinde neler yapmaz ki! Örneğin ben! Önce Nelson’un son savaşından bir bölümü Almancadan İngilizceye çevirdim. Sonra kuzey savaşlarının sonunu okudum (1700-1721). Büyük Peter, XII. Karl, güçlü August, Stanislaus Leczinsky (…) Hepsini tarihleriyle beraber çalıştım. Bu bittikten sonra Brezilya’yı ele aldım, Bahia tütünü, kahve bolluğunu, Rio de Jenerio’nun bir buçuk milyon nüfusu olduğunu, Permambuco, Sao Paulo ve Amazon nehrini okudum. (…) Daha zamanım kalmıştı hemen bir ailenin soyağacına baktım. (…) Saat gece on iki: Tavan arasında çalışmaya devam ediyorum. Baş papazlar, protestan papazlar, katolik papazlar… Ardından İncil, Nuh’un gemisi, Sam, Ham ve Japhet… Sonra Peter ile İngilizce olarak Theackeray’in “Albay”ını okuduk. Fransızca sözcükler öğrendik ve sonra Mississippi ile Missouri’yi kıyasladık…” (sf.273)
Anne Frank hatıra defterine, 1944 baharında sürgündeki Eğitim Bakanı Bolkenstein’in Oranje radyosunda yaptığı konuşmayı duyana kadar sadece kendisi için yazmıştır. Bakanın konuşmasında Alman işgali altındaki Hollanda halkının acılarına tanıklık eden her şeyin kamuoyuna açık hale getirileceğini ve bunlara örnek olarak da tutulan günlüklerin verildiğini duyan Anne, savaştan sonra bir kitap yazma kararı almıştır ve defterini de bunun temeli olarak kullanmayı planlamıştır.
Gizli bir ihbar üzerine Frank ailesi, farklı farklı toplama kamplarına gönderilmiştir. Anne Frank’ı gören son kişi olan arkadaşı Nanette, eski arkadaşını gördüğü anı National Geographic kanalına “Bir deri bir kemik kalmıştı, üzerinde sadece battaniye vardı.” sözleriyle anlatmıştır ve böyle bir karşılaşmanın mucizevi olduğunu söylemiştir: “Bugün bile o halde birbirimizi nasıl tanıyabildiğimize şaşırıyorum. Tükenmişti. Kıyafetleri bitlendiği için üzerinde sadece battaniye vardı. Onu öyle görünce çok kötü oldum. Benim bildiğim Anna’dan geriye hiçbir şey kalmamıştı.”
Arka Ev sakinlerinden sadece Anne Frank’in babası Otto Frank hayatta kalmayı başarmıştır. Defter Otto Frank’ın eline geçince onu defalarca okumuştur ve kızının hayalini gerçekleştirmeye karar vermiştir.
Kitabın yorumlarında birçok insanın sıkılıp kitabı yarım bıraktığını okudum. Küçük bir kızın kendisi için yazdığı defteri herkes sevemeyebilir. Kitabın edebi ve süslü cümleleri yok, çünkü Anne bir yazar değil; içinden gelenleri bütün doğallığıyla yazan, canı istemeyince anlattıklarını yarıda kesen, uzun uzun karakterleri tanıtmak yerine istediği kadar ayrıntı veren bir çocuk. Anne Frank’ın hatıra defteri ise içten ve ‘gerçek’ bir günlük.
Anne Frank’ın Hatıra Defteri, Holokost’ta hayatını kaybeden çocuklarının kayıp geleceğinin sembolü haline gelmiştir ve saklandıkları ev de Anne Frank Huis adında bir müzeye çevrilmiştir.
Müzeyi online gezmek isterseniz: http://www.annefrank.org/en/Subsites/Home/Enter-the-3D-house/#/house/20/