Her gün defalarca duyduğumuz bir kelime… Orta Doğu. Sahi ne gelir aklımıza Orta Doğu denince? Savaş mı, aşırılıkçı örgütler mi yoksa hayatları ellerinden alınan sığınmacılar mı? Peki hepsi bu kadar mı? Neden bu kadar önemli bu Orta Doğu veya hiç başka açıdan bakmayı denediniz mi buraya?
Dünya tarihindeki ilk şehirlere ve yerleşik hayata şahitlik eden en eski kültür ve uygarlık merkezlerinden biridir aslında Orta Doğu. Bu coğrafyanın genellikle savaşlarla ve acılarla anılmasının, ancak bir o kadar da zengin bir kültüre ve tarihe sahip olmasının ise iki sebebi vardır: Birincisi kavimlerin tam da geçiş bölgesinde olması…
İkincisi; yerleşmeye uygun toprakları ve zengin coğrafyası… Haydi bu zengin coğrafyaya biraz da farklı açıdan bakalım ve bölge ülkelerini yakından tanıyalım.
“İran’ı anlamadan Türkiye’yi anlayamazsınız” demiş İlber Ortaylı Bir Ömür Nasıl Yaşanır? kitabında.
Amerikalı İranolog Richard N. Frye’nin Büyük İran adlı kitabının ilk cümlesi ise şöyledir: “İran’ın ihtişamı her zaman onun kültürüydü.”
Hikayesi M.Ö 3000’lerde başlayan İran, 1100-600 yılları arasında bilinen en eski imparatorluk olan Elamlılar’dan Medlere ve Perslere, Yunanlılardan Sasanilere, İslam Orduları ve Hz. Ömer’den Şah İsmail ve Safevi Hanedanlığına oradan da Osmanlı Devleti’ne kadar, yıllarca ve asırlarca, birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Kültürünün bu kadar çok boyutlu olmasının sebebi de budur aslında. Tüm bu medeniyetler ve tarihsel gelişmeler bölgeyi sosyal açıdan da etkilemiş; ülke din, dil, ırk, gelenek ve görenekler, bayramlar ve mimari açılardan da çeşitlenmiş ve renklenmiştir. Birbirini besleyen bunca öge varken ülkenin kültürü uçsuz bucaksız bir deniz gibi geliyor insanın gözüne…
Tüm bunlarla birlikte İran kültürü Sasaniler dönemi ve İslam Devrinde altın çağlarını yaşamış olup her iki dönemde de Avrupa bölgesine büyük etkiler bırakmıştır Hatta öyle ki aşağıda bahsedeceğimiz tüm başlıklarda bu iki dönemin büyük etkisi olmuştur.
İran’ın Dini Yapısı
Antik dönemde İranlılar güneş, gökyüzü, gök gürültüsü vb. doğal unsurlara tapıyorlardı. Bundan sonraki süreçte en önemli ve Arapların ülkeyi fethine kadar ülkede varlığını sürdüren din ise Zerdüştlük idi. Tek tanrılı inanca da geçiş sağlayan bu din aynı zamanda cennet, cehennem, ahiret ve kişinin yaptıklarından sorumlu tutulacağı bir başka dünyanın varlığını öngörmekteydi. İslam Devrine geçişten sonra ise ülke dini İslam olmuş ve bu zamana kadar da ülke Müslüman olarak kalmıştır. Ancak ülkenin yaklaşık %98’ini oluşturan Müslümanların %90’ı Şii, geri kalanı ise Sünni’dir.
Bunun dışında Bahailik, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi çeşitli birkaç din daha görülmektedir.
Ülkede Yaklaşık 5 Dil Konuşuluyor
Dil bakımından da oldukça zengin olan İran’da diller tarihsel gelişim açısından Eski İran, Orta İran ve Yeni İran dilleri olarak 3 gruba ayrılsa da İran dillerini bölgesel ve genetik özelliklerine göre Doğu-Batı İran dilleri olarak ayırmak daha doğru olacaktır. Yani bölgeden bölgeye değişiklik göstermekle birlikte ülkede Arapça, Kürtçe, Türkçe, İran Azericesi ve Ermenice konuşulduğu görülmektedir. Tüm bunlarla birlikte ülkenin resmi dili Farsçadır. Farsça ülke çapında akıcı bir şekilde konuşulmaktadır ve edebi eserler en çok bu dilde yazılıp, filmler/diziler bu dilde verilmektedir. Kitle iletişim araçlarında ve okullarda da bu dil kullanılmaktadır.
Adeta Bir Renk Cümbüşü: İran Mimarisi
Sarayları, köprüleri, bahçeleri ve camileriyle ülkeye dair sizi en büyüleyecek olan şey belki de geleneksel İran mimarisidir. Çünkü İran mimarisi ülkenin hem estetik zevklerini hem de sanatını ve bilimini konuşturduğu yer olup, art arda yaşanan istila ve kültürel değişimlere rağmen ayakta kalabilen nadir ögelerdendir. Hem yoğun hem de basitliği bir arada bulabileceğiniz İran mimarisinin sırrı belki de aslında oldukça sade olan yapılara çeşitli geometrik şekiller, yansımalar ve süslemelerle sembolizmi kullanarak ayrı bir boyut kazandırmalarındadır.
Tüm bunlarla birlikte İran mimarisini İslam öncesi ve İslam sonrası diye ayırmak daha doğru olacaktır. İslam öncesi İran mimarisi çeşitli medeniyetlerden yaklaşık 3000-4000 yıllık bir geçmişe dayanmaktadır. Bu döneme güneşte kurutulup pişirilmiş kerpiç tuğlalarla yapılan Ziggurat Tapınakları güzel bir örnektir. Yine bu sistemle Sasaniler zamanında inşa edilen Shapur Khast Kalesi ve Rayen Kalesi, Unesco Dünya Mirası alanlarından Pasargadae sit alanı ve Arg e Bam(Dünya’nın en büyük kerpiç binası) İslam öncesi İran mimarisine aittir.
İslam dönemi İran mimarisine geçiş yapıldığında ise mozaik ve geometrik desenlerin yanı sıra İslam mimarisinde birer sembol olarak da sık sık karşılaştığımız çiniler, hat sanatı, çiçek motifleri ve oyma desenler ön planda tutulmuştur. Bu dönemde Tanrı ve insan arasında bir köprü olarak da görülen camiler daha da ön plana çıkmıştır. Yedi renkli mozaik çinileri ve kaligrafi yazıtları ile ön plana çıkan İsfahan Şah Camii, vitray pencereleriyle adeta rengarenk bir mücevher kutusunu andıran Şiraz’daki Nasır Al-Mülk Camii, çeşitli çini ve oyma işçiliğiyle yine İsfahan’daki Şeyh Lotfollah Camii, İran’ın en uzun minarelerine sahip ve her tarafı mavi çinilerle kaplı Yezd Cuma Camii, Farsça ’da ışıkların şahı anlamına gelen adıyla ve bir sürü ayna ve mozaiğin bir araya getirilmesiyle yapılan Şah Çerağ Camii bunlara örnek verilebilir.
Elbette ki İran mimarisi tüm bunlarla da sınırlı olmayıp birçok bahçe, saray, köprü gibi yapılara ev sahipliği yapmaktadır. Bunlardan onlarcası da UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesindedir üstelik. Havuzlarla dolu bahçesi ve çeşitli binalarıyla Gülistan Sarayı, rengarenk çinileri ve yeşillikleriyle Şiraz’daki Eram bahçesi ve Sarayı, Şeyh Lotfullah Camii’nin tam karşısında yer alan Ali Qapu Sarayı, bir Khaju mahallesi ve Zerdüşt mahallesini birleştiren, aynı zamanda bir baraj görevi gören Khaju Köprüsü, turkuaz rengi çinileri ve çatısındaki motifleriyle Sultan Amir Ahmad Hamamı İran’ın eşsiz mimari örneklerinin sadece birkaçıdır.
Alimlerin Diyarı: İran’da Bilim
İran tarih boyunca matematik, felsefe, astronomi gibi bilim dallarına da katkı sağlayan bir bilim beşiği olmuştur. Özellikle İslam’ın bölgeye gelişinden sonra Farabi, İbn-i Sina, Suhreverdi, Molla Sadra, Ömer Hayyam, Harezmi, Razi, Hace Nasiruddin Tusi ve Ebu Reyhan Biruni ve daha birçok alim ve filozofa ev sahipliği yapmıştır. Örneğin Biruni M.S 1000’de Dünya’nın güneş etrafında dönmesi ile ilgili bir kitap yazmıştır. Doğu ve Batı’nın adeti bir kesişim noktası olan İran, hem İslam öncesi hem İslam sonrası dönemde tıp alanında da kendini geliştirmiş, modern Tıp 1878 yılında Urmiye’de bit tıp fakültesi kurulmasıyla başlamıştır.
Geniş Bir Yelpaze: İran’da Sanat
İran’da sanat da önemli bir nokta olup şiir ve musikiden görsel sanatlar ve sinemaya kadar uzanmaktadır. Öyle ki İran halkı da sanata ilgi duyan insanlardır. Bölgenin birden fazla medeniyete de ev sahipliği yapması sebebiyle sanat dalları farklı kollardan gelişmiştir. Örneğin İran edebiyatı Fars edebiyatı , Azerbaycan edebiyatı , Kürt edebiyatı gibi farklı dillerde eserlere ev sahipliği yapmaktadır. Ancak bunların en önemlisi İran’ın resmi dili Farsça eserler olup bu dil şiir konusunda da dünyanın en etkili dili olarak sayılmaktadır. Hafız, Mevlana, Sadi, Firdevsi, Nizami ve Hayyam gibi ozanlar da bu edebiyat kervanının önde gelen isimlerindendir. Bu şairlerin yazdığı şiirler ünlü İran musikisine de konu olmuştur.
Musiki, ülkede oldukça popüler ve her kesime hitap eden bir niteliktedir. Bu musiki ayrıca kemençe, ud, kanun, tar gibi müzik aletleri ile de zenginleştirilmektedir. Musikiden konu açılmışken birbirinden farklı kültürlerle rafine edilmiş İran müziğinden bahsetmemek olmaz. Geleneksel Fars müziği bahsedilen enstrümanlarla harmanlanarak ve genç kuşak müzisyenlerin yeni bir orkestra yapısı ve yeni metotlar kullanmasıyla günümüze ulaşmıştır. Geleneksel ve klasik müziğe pop, caz, hip hop gibi tarzlarda da uluslararası üne sahip olup birçok sanatçıya ev sahipliği yapmaktadır. Günümüz İran’ında birçok devlet konservatuarı, özel müzik okulu ve en az 3 Senfoni Orkestrası vardır. Bu müzik sevgisi ayrıca İran’ın figüratif sanatlarına yansımıştır ve görgemli bir bahçede ipek kıyafetler giyerek çömelmiş, elinde müzik aleti tutan kadın veya erkek resimleri sık sık karşımıza çıkmaktadır. Minyatür tarzındaki geleneksel İran resim anlayışı da yukarıda bahsettiğimiz diğer sanat dallarıyla iç içe olup Pers minyatürü tüm dünyada ün salmıştır.
İran’ın geleneksel görsel sanatlarından biri de hat sanatıdır. İslam öncesi sadece Farsça ve Arapça harflerin estetik bir biçimde işlendiği bu sanat İslam’ın gelişiyle birlikte ayrı bir boyut kazanıp Kur’an ayetleri ve hadislerin yazımında da kullanılmaya başlanmıştır.
Yavaş yavaş modern sanatlara geçiş yapacak olursak İran’da sinema çok özel bir yere sahiptir. İlk halk sineması 1900’de Tebriz’de açılan İran o zamanlardan beri en iyi sinema ihracatçılarından birisi olmuştur. Genellikle Farsça yapılan İran filmleri de günümüzce küresel bir ürüne kavuşmuştur. Neredeyse 1950’lerden beri ülke birçok festivale ve ödüle ev sahipliği yapmakta, İranlı yönetmenler ve filmleri ise Cannes, Nantes, Berlin, Chicago ve Locarno gibi birçok uluslararası festivale konuk olup çeşitli başarılara imza atmaktadır.
Fars müziğinden o kadar bahsetmişken sizi bir Farsça şarkıyla baş başa bırakıyor ve yazımızı burada sonlandırıyoruz.