Amerikalı post-modern yazar Dave Edgers’ın 2013 yılında çağdaş Amerikan edebiyatına sunduğu romanı “Çember”orijinal adıyla “The Circle”da dijital dünya, sosyal medya ve big data konuları başarıyla eleştiriliyor. 2017 yılında sinemaya aktarılan, başrollerinde Emma Watson ve Tom Hanks’in yer aldığı Çember’de, en uygun tabirle, kurbanlarını arayan bir sosyal medya şirketi tasvir ediliyor ve şirketin en önemli sloganı, “Bilmek iyidir. Her şeyi bilmek daha iyidir.”
Çember’e göre, herkes şov dünyasının bir piyonudur ve özel hayat en iyi satan materyaldir. Çağımızda herkes sosyal medya paylaşımları yapıyor ve hayatlarını açık bir şekilde gösteriyor. Görünmez olmak demek adeta yaşamamak olarak algılanırken, Çember’de de, insanlar özel hayatlarını paylaşma konusunda teşvik ediliyor ve şirket buna kendi personellerinin özel hayatlarını sereserpe gözler önüne sermelerini sağlamakla başlıyor. Kimse gizliliğin önemi konusundan şikayetçi değil çünkü artık herkes toplumda görünür bireyler olduklarını düşünmeye başlıyor.
Filmde Emma Watson’ın canlandırdığı Mae, Çember’de çalışmaya başladıktan sonra, Tom Hanks’in canlandırdığı, Çember’in kurucusu olan Eamon Bailey’in ona bir deneye dahil olmayı, bu deneyde başarılı olup kendini gösterebilirse şirkette Mae’e sağlam bir geleceğin kapılarının açılacağını söylüyor ve Mae’ in Çember macerası başlıyor. Mae, bambaşka bir hayatın, bir çemberin içinde buluyor kendini. Şirketin politikasını ve dahil olduğu deneyi bütünüyle benimseyerek, hem kendinin hem ailesinin özel hayatını göz önüne sermeyi, “transparanlaştırmayı” çok daha güvenli bulmaya başlıyor, insanlara bunun ne kadar gerekli olduğunu düşündürmeye çalışıyor.
Kariyerini, Çember’de başarılı olmayı öncelik haline getirerek, her şeyden ve herkesten hatta ailesinden bile üstün tutuyor. Şirketin özel hayatı açıkça sunduğu kameraları satmak için kendi kişisel alanını da düşünmeden gözardı edebiliyor. Ve artık makineleşmeye başlıyor…
Yazar bizi Mae gibi düşünmeye yönlendiriyor ve başlarda onun için mutluyken sonradan “Acaba yanlış mı yapıyor?” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz.
Kapitalist sistemin birer parçası olmanın nasıl olduğu hakkında da bizi düşünmeye itiyor Çember. İçinde olduğumuz sistemin ve etkilerinin farkında olup olmadığını da sorgulatıyor ayrıca.
Amerikan rüyası konusuna değinmek gerekirse; Mae için Amerikan rüyası görünen, tanınan, önemli biri olmak ve Çember’deki deneye dahil olmasıyla beraber sosyal medya takipçileri hızla artıyor. Bu durum ona kendini önemli hissettirmeye başlıyor yani Amerikan rüyasına ulaştığını düşünüyor. Bu yüzden Çember’in kötü yanlarını, kişilik haklarına saygı ve ihlal gibi zararlarını hiçe sayıyor. Özgürlüğünün kısıtlandığının farkına varmakta güçlük çekiyor.
Şirketin sloganlarından biri olan “Mahremiyet hırsızlıktır” ile Çember sistemine dahil olmayı reddedenlerin de bir dayatmayla avlanmaya çalıştığını anlıyoruz. Onların ikinci sınıf vatandaş gibi nitelendirilmesi, Marx’ın kapitalist düzendeki sınıf yapısının bir benzeri olarak karşımıza çıkıyor.
İletişim eksikliği çağımızın en büyük problemlerinden biri olduğu için insanlar arasındaki bağ artık maalesef daha yoğun olarak teknoloji vasıtasıyla kuruluyor ve yavaş yavaş makineleşmeye başlıyoruz. Gerçeklik artık tatmin etmemeye başlıyor ve artık kusurlara tahammül edememeye başlıyoruz, onları saklamaya çalışıp yapay bir gerçeklik altında sunmaya aramaya başlıyoruz.
Görsel dünyanın gerçek dünyadan ne kadar uzak olduğunun farkına varmakta zorlanıyoruz.