Paranın ilk kez Lidyalılar tarafından bulunmasının üzerinden üç binden fazla yıl geçti. Ama bulunduğu tarihten bu yana insanlığın yaşamındaki yeri neredeyse hiç değişmedi. O her zaman -maalesef- hayatımızın bir şekilde başrolünde olmayı hep başardı. Günümüzde öylesine etkili bir silah ki; çoğu kez nükleer bombalar kadar hatta bazen onlardan da fazla bir etki gücü var.
İnsanlığın son zamanlarda yaşadığı küreselleşme de göz önüne alındığında para, belki de hiç olmadığı kadar güçlenmiş vaziyette. Dolayısıyla bu kadar etkili bir silahın birçok farklı misyonu vardır. Örneğin Romalılar, parayı propaganda ve haberleşme amacıyla kullanmıştır. Zira o tarihte bunu sağlamanın en etkin ve hızlı yolu bizzat Roma’daki darphaneden basılan imparatorluk paralarıdır. Sezar Cumhuriyetin yıkıldığını duyurmak için bastırdığı paraların üzerine portresi ile birlikte -portresini ilk kez kullanan imparatordur- şu mesajı koydurtur: “Ölene kadar diktatör.” Ancak yine de paranın -her zaman geçerli olacak şekilde- ana misyonu; ticareti düzenlemektir.
Günümüzde para yerine kullanılabilen kağıt banknotlara her yerde rastlasak da, modern çağlar öncesinde para denince akla değerli madenler gelirdi. Altın ve gümüş bu bağlamda imparatorluklar için oldukça önem arz etmekteydi. İmparatorluklar, gücünü bastırdığı bu paralardaki kullandığı madenler ile göstermekteydi. Bu yüzden imparatorluklar -dolayısıyla da insanlık- kendisini madencilik sektöründe oldukça geliştirmeyi başardı. Günümüzde madencilikte kullanılan gelişmiş teknolojik ekipmanlar sayesinde salt yıllık ortalama 2000 ton altın çıkarılabilmektedir. Fakat 19. yy’da böylesi astronomik rakamlara ulaşmak elbette mümkün değildir.
1848 yılında ABD’nin California eyaletinde, ülkenin -belki de dünyanın- gidişatını değiştirecek bir olay yaşandı. James Wilson Marshall adında bir adam, San Francisco adındaki kasabada bir nehirde oldukça büyük ve parlak bir taş buldu. Yapılan tetkikler sonucu taşın saf altın olduğu doğrulandı. Bu taş, bugüne kadar bulunan en büyük altın kütlesiydi. San Francisco, nüfusu bu tarihlerde 850 kişi olan ufak bir yerleşkeydi. Ancak yaşanan büyük altın göçü nedeniyle bir sene sonra kasabanın nüfusu 5000’e ve takip eden 6 ay boyunca ise 25.000’e yükseldi. Büyük altın göçünde ise California’ya yaklaşık 500.000 insan göç etti. Tabii böylesine büyük bir insan göçü, ticaretle geçimini sağlayanlar için de bulunmaz bir fırsattı. Altın toplamaya gelen insanlara bir şeyler satarak birçok insan geçimini sağlıyordu. Ortalama on madenciye bir girişimci düşecek şekilde de sayıları oldukça fazlaydı. Ancak içlerinden birisi, hiç kazma kürek sallamadan o bölgede yaşayan tüm insanlardan daha büyük bir servet edindi.
Levi Strauss, girişimci ruhunu kullanarak madencilere kazma kürek satmaya çalışan kişilerden farklı olarak çok büyük bir talebi keşfetmişti. O yıllarda altın bulmaya çalışmak çok zor bir işti. Sürekli eğilmek ve uzun süreli çamurlu toprak içinde kazma ve kürek kullanmak, madencilerin kıyafetlerinin özellikle de pantolonlarının sürekli aşınıp yırtılmasına sebep oluyordu. Strauss bu durumu fark etmişti ve toplayabildiği kadar çadır bezini adamlarına toplattı. Bunları diktirerek oldukça sağlam pantolonlar elde etmeye başladı. Başlangıçta bu yeni pantolonlar dayanıklı olmaları sayesinde oldukçada tutulmuştu ancak naylon yapıları sebebiyle deride yanma ve kaşınmalara sebebiyet veriyordu. Levi Strauss, gelen bu şikayetler üzerine daha fazla pamuk kullanarak “blue jean” yani bildiğimiz tabirle “kot pantolon” olarak adlandırılan ürünleri keşfetti ve üretmeye başladı.
Bu yeni pantolonlar, önce madencilerde sonrasında ise ürünü kullanan herkeste oldukça olumlu sonuçlar verdi ve kot pantolonlar o tarihten bugüne sürekli insanlığın moda algısının içerisinde bir şekilde kendisine yer edinmeyi başardı. Belki de 19 yy.’dan günümüze kadar değişmeden gelen tek moda algısı ve bu durumun oluşmasında para yine başrolde. Bu arada Levi Strauss’un kurmuş olduğu girişim, günümüzde herkesin adını bir şekilde duyduğu ve adıyla soyadının baş harfinden oluşan Levi’s markasıdır.