“İnsan, müziğe muhtaçtır.”
Öncelikle bu zorundalıkla başlayalım. Zorundalık gibi iddialı ve tartışmaya açık bir söylem kullanıyorum biliyorum ama bence bu önerme bir teori niteliğinde. Zira müzik dediğimiz şey sandığımızdan çok daha fazlası. O, yapraktaki rüzgardan, kayalıklardaki dalgalara, kuru bir odunun üzerindeki tellerden, eşrefi mahlukata kadar her yerde. Bu yüzden onu hissedebiliriz ve bu his farkındalığı, kendi duyularımızın da ötesine varabilir. Peki nasıl?
İnsanlık, sanat adı altında belli eylem ve düşünceleri kategorize ettiğinde, müzik her zaman bu sınıflandırmanın içerisinde olmuştur. Nasıl olmayabilir ki zaten? İlk insanlar, anlamlı kelimeler ile iletişim kurma yetisini kazanmadan çok önce sesler çıkarmaya başlamıştı. İşte tam bu anda şu müziğin kendimce öznel bir tanımını yapayım sizlere.
Müzik, ses ve duygulardan oluşan bir sentezin algılanması haldir. Yani içerisinde bu iki bileşimden oluşan her şey müzik olarak tanımlanabilir bence. Biliyorum günümüzde biraz tehlikeli bir söylem ama ne yapalım arkadaşlar sanata bir sınır koyamıyoruz maalesef.
Pencereye vuran yağmuru düşünelim mesela. Yağmurda nasıl bir duygu var diye sorabilirsiniz? Bunu da şöyle cevaplayabiliriz: Olay salt yağmurun çıkardığı ses değil onu algılama biçimimizdir. Bu algılama biçimi doğrudan algılayanın duyguları ile iniltilidir. Öyleyse cansız varlıklar için bir şey ifade etmez mi müzik? Bu sorunun cevabını bilmemekle birlikte İsviçreli bilim adamlarına konuyu paslıyorum. Canlılar özeline dönersek; müzikte ilk şart hissetmektir. Haydi biraz düşünce deneyi yapalım.
İlk insanlar, bir kaya dibinde oturuyorlar ve henüz bir dil oluşmamış. İçlerinden güzel sesli olan birisi, belli belirsiz sesler çıkarıyor. Belki üzüldüğü bir olay vuku buldu ve o da ağıt benzeri bir şeyler yapıyor. Tamamen sizin hayal gücünüze bırakıyorum bu sahneyi. Ya da karşısındaki kadını veya erkeği etkilemek için ilkel bir romantizm yaşıyor içinde. Böyle bir sahne eminim ilgi çekici olurdu. Evet arkadaşlar, insanlık o ilkel ağabeyden Frank Sinatra’lara kadar geldi. Şaka bir yana eminim bir şeyler hissetmiştir. Peki o hislerini orada bulunan diğerleri de algılayabilmiş midir? İşte kilit soru bu bence. Zira bu ortak his ağı belki de sosyalleşme sürecimizde kocaman bir katalizör olacak. Bu hayaller silsilesi sizlerin de aklına dini ritüelleri getirdi mi? Uyumlu ritmik hareketler ile gerçekleşen bu dini ritüellerde insanlar arasındaki bağlar, iyonik bağlardan bile kuvvetli. Olayın kimyasına da vurgu yaptık yani arkadaşlar…
Müzik öylesine güçlü bir silah ki; onu kullanarak algı yönetimi yapabilir hatta küçük masum çocukları bile bir canavara dönüştürebilirsiniz. Mesela Sineklerin Tanrısı kitabını yazarken William Golding, acaba müziğin bu gücü üzerine ne kadar düşündü? Elbette müziğin bu kötü etkileri yanında sayılamayacak kadar çok iyi etkileri de vardır. Ben barındırdığı güç potansiyelini anlamamız açısından bu örnekleri veriyorum. Yoksa müziğe çamur atacak halimiz yok, zira ne demiştik; müziği muhtacız arkadaşlar.
Ben, müzikle ortalama bir insandan daha fazla ilgiliyimdir diyebilirim. Ara sıra onu icra da ederim. Yani belki de atom bombasından bile güçlü olabilen bu silahı kullanmaya çalışırım.
Lakin büyük bir yanılsamanın içinde olduğumu geçtiğimiz günlerde fark ettim. Müzik, dünyanın en güçlü evrensel dili ve bu dili konuşmaya çalışırken sadece anlamlı sesler çıkarmaya gayret ediyorum. Yani duyguyu yakalamak diye tabir edilen olay tüm ilgi odağım. Duyguyu yakalarsam bu iş olur diyorum. Ancak çok değerli bir müzik hocam, geçtiğimiz günlerde bir eseri icra ederken oradaki bulunan herkesle birlikte beni de büyülerken fark ettim ki; hocamız sadece duyguyu hissetmiyordu, aynı duyguyu bizlere de hissettiriyordu. Biraz ürpertici bir gerçek gibi geldi ama hocamız sanki duygularımızı da kontrol ediyordu ve nedendir bilmiyorum bu muhteşem hissettirdi. Belki de tüm bunları bunun için yazdım. Şimdi en sevdiğiniz sanatçının konserinde iken hayal edin kendinizi ve en sevdiğiniz şarkının çaldığı o anda şu gerçeği unutmayın:
“İnsan, müziğe muhtaçtır.”