İstanbul, sahip olduğu güzellikler, tarihsel geçmişi ve neredeyse Türkiye nüfusunun yarısını içinde barındırması gibi nedenler sebebiyle dünyada ve ülkemizde en bilinen şehrimiz. Bu şehirde doğup büyümedim ancak üniversite sebebiyle geçirdiğim yıllar bana bu şehri tanımam için yetti de arttı diyebilirim. İşin doğrusu mistik bir havası vardır bu şehrin. Zira kendisini ilk kez gören herkesi kendisine hayran bırakır. Hatta benim gibilerin de bu hayranlığı birkaç tık daha ötesine varabilir. Söylemekte bir sakınca görmeden diyebilirim ki; bu şehre aşığım. Ancak bu aşkımın tutkusundan mıdır bilmiyorum ama bu kadar fazla insanla bu şehri paylaşmak konusunda bazı sıkıntılar yaşayabiliyorum. Bu yüzden İstanbul’u en çok da en az insanla paylaştığım vakitlerde seviyorum. Tabi milyonlarca insanın yaşadığı bu kentte bu söylem biraz havada kalıyor gibi düşünebilirsiniz. Ancak İstanbul, onu nasıl tanımlarsak tanımlayalım bundan fazlasıdır her zaman. O yüzden trafiği, çarpık kentleşmesi, suç oranlarının yüksekliği, yaşam koşullarının zorluğundan ayrı içinde hala güzellikleri barındırabiliyor. Bir önceki yazımda, burada ikamet eden insanlardan bu şehri bırakıp gitmelerini istemiştim. (Doğan Kuban’dan aldığım cesaretinde etkisi büyük) Çünkü İstanbul’un buna ihtiyacı var. Ancak bu düşüncemin gerçekleşmesini pek olasılık dahilinde bulmadığımdan olsa gerek “ütopya” kavramını kullanmıştım. Fakat yine de bu şehri terk etmezseniz bile yaşam standartlarınızı dahada yükseltecek bir çözüm yolu mevcut ve ben bugün bu yolu sizlerle paylaşmak istiyorum. Bana göre bu en büyükşehir, bizden en çok huzurumuzu çalmaktadır. Öyleyse ben de onun içinde barındırdığı huzur merkezlerini sizlerle paylaşarak durumu bir nebze eşitleyebilirim. Yani, takın kemerlerinizi huzura gidiyoruz!
Aya Yorgi Tepesi
Aya Yorgi’yi ilk sıraya koymamın özel bir nedeni var. Zira Aya Yorgi Tepesi, bilmeyenler için Büyükada’da yer alan bir doğa harikası. Yani oraya gitmeden önce vapurla muhteşem ada manzaraları eşliğinde bir yolculuk yapacaksınız. Salt bu yolculuk bile insanın huzurla dolmasına yeter ama biz huzur konusunda biraz daha fazla aç gözlü olabiliriz. Büyükada’ya geldikten sonra ister bir bisiklet kiralayıp, ister faytona binip istersek de muhteşem ada sokaklarından yürüyerek bu büyülü yere ulaşabiliriz. Faytonların son durağı olan geniş meydandan yaklaşık 10 ila 20 dakika kadar zorlu bir tırmanış yaptıktan sonra bizi huzurun doruklarına ulaştıracak yere varmış olacağız.
Zirveyi ilk gördüğünüzde sizleri asırlık bir ortodoks kilisesi selamlayacak. Kilisenin iç mozaikleri ve ambiansı gerçekten muhteşemdir. Ayrıca kilisenin hemen yanında bir işletme mevcut. Burada dilerseniz harika bir manzara eşliğinde bir şeyler yiyebilir veya içebilirsiniz.
İşletmeye oturmadan belediyenin tahsis ettiği herhangi bir banka oturup manzarayı izleyebilir ve bol bol fotoğraf çekilebilirsiniz. Özellikle çiftler için sonbahar-kış döneminde gitmelerini önerebilirim zira bu zamanlarda mekanımız daha da romantik oluyor. Ama hava durumunu kontrol edin derim mutlaka. Çünkü malum tek ulaşım vapur ve fırtınalarda bu ulaşım yolu sekteye uğrayabiliyor. Yazın giderseniz de çok fazla öğlen saatlerini tercih etmeyin. Oraya ulaşım sadece yürüyerek olduğundan sıcak havalarda bu yolculuk sizleri oldukça zorlayabilir. Son olarak, adadan dönerken meydandaki dondurmacılardan rengarenk bir külah hazırlatıp çocukluğunuza dönebilirsiniz. Yani ölmeden mutlaka Aya Yorgi’ye gidin!
Atatürk Arboretumu
İsmini söylemesi biraz zor ama insan zamanla alışıyor. Çünkü buraya gittikten sonra sevdiğiniz herkesin burayı görmesini isteyeceksiniz ve onlara bu yeri yayacaksınız. Her mevsim ayrı güzel olan bu büyülü yer ile fotoğraf ile uğraşan bir arkadaşımın ısrarları sonucu tanıştım. Hani masallardan fırlamış diye bir tabir var ya, heh işte burası tam da öyle bir yer. Türkiye’nin ilk ağaç müzesi olan Atatürk Arboretumu’nda her çeşit ağaç var ve her ağacın yanında türü ve özellikleri gibi bilgilerin yer aldığı kartlar mevcut. Bu büyülü yerin içinde birde yapay bir göl mevcut. Sanırım buranın en sevdiğim ayrıntısı da bu göl. Gölün içinde yüzen ördekler ve kuğular, özellikle kış aylarında yağan kar ile sizi kendinizden geçirecek görüntüler sunmakta. Ama yinede buranın en güzel zamanları bahar aylarıdır.
Özellikle sonbaharda ağaçların yapraklarının farklı renklere bürünmesi sonucu o kadar güzel bir görüntü ortaya çıkar ki, gölün üzerine yansıyan bu sihirli görüntüleri saatlerce oturup izleyebilirsiniz. Ayrıca Atatürk Arboretum’u, Belgrad Ormanları’nın içinde yer aldığından Arboretum gezisi sonrası ya da öncesi bu bölgede trekking, koşu ya da oburluğunuz tutarsa piknik yapabilirsiniz. Ciğerlerinizin ve gözlerinizin bayram etmesi adına bu muazzam yere gitmenizi şiddetle tavsiye ederim.
Sirkeci-Çemberlitaş Tranvay Hattı
Bu başlığı duyduğunuzda öncekilere nazaran biraz abes bulabilirsiniz. Bir bakıma da öyle aslında. Ama ben başka türlü bakmak istiyorum olaya. İstanbul’un en tarihi yerlerini içinde barındıran bu hat, özellikle tarih sever insanlar için oldukça huzurlu bir alternatif olabilir. Ancak bunun için toplu taşımadan uzak durmakta fayda var. Başlangıç noktası olarak Sirkeci ya da Eminönü seçilebilir ki bu tamamen size kalmış. Seçtiğiniz güzergahtan başlayarak Hafız Mustafa veya Hacı Şerif gibi tarihsel yönü de bulunan tatlıcılarda yürüyüş için gerekli enerjiyi depolayabilirsiniz ve sonra bir turist edasıyla önce Gülhane’ye oradan Topkapı Sarayı’na geçebilirsiniz.
Saraydan çıktıktan sonra 3. Ahmed Çeşmesi’nin oradan Sultan Ahmet Meydanı’na geçer ve Ayasofya ile Sultan Ahmed Camii’nin tam ortasına oturup bu muhteşem yapılara bakabilir veya onları ziyaret edebilirsiniz. Özellikle de Ayasofya’ya mutlaka bakın derim.
Buradaki yerleri gezdikten sonra Yere Batan Sarnıcı’na uğrayabilir ya da Kapalı Çarşı’ya gidip alışveriş yaparsınız. En son Süleymaniye Camii’ni gezer ve kuru fasulyecilerin orada bir güzel karnınızı doyurabilirsiniz. Gününüzü bitirmek için ise kesinlikle Süleymaniye’de bulunan teras kafelerden herhangi birisini seçebilir ve muhteşem gece manzaraları ile yaşayacağınız bu doyumsuz günü sonlandırırsınız. Hem bu güzelliklerin tadına sadece turistlerin varması haksızlık değil mi? Sadece bu muhteşem tarihi güzellikleri gözünüzde sıradanlaştırmayın ve bu tarz kaçamaklarla kendinizi ödüllendirin. Emin olun günün sonunda daha huzurlu hissedeceksiniz.
Yukarıda özel olarak belirttiğim yerler, dürüst olmak gerekirse İstanbul’da en sevdiğim yerler. Bu yüzden daha nesnel bir şekilde açıklayacak olursak; aslında 4 duvar tarafından mahkum olmadığınız, yeşile ve toprağa dokunabildiğiniz her yerdir huzuru bulacağınız yerler. Birde sevdiğiniz insanlar yanınızda olursa huzurunuz katlanarak artacaktır. Korular, parklar hatta kamp yapabileceğiniz Şile, Ağva gibi yerlerdir aslında ihtiyacınız olan ve İstanbul bu konuda size hiç ummadığınız kadar alternatif sunabilir. Bu sebeple kendinize bir kamp sandalyesi edinin, en kısa sürede ve bulabildiğiniz her fırsatta doğaya koşun. Ancak söylemek zorundayım ki yukarıda saydığım etkinlikler geçici, günü kurtaran çözümlerdir. İstanbul’un stresli hayatından temelli kurtulmak için kesin çözümüm, bir önceki yazımda da vurguladığım düşüncem olan başka şehirlere göçtür. Böyle düşünen insanlar için bu şehirdeki en huzurlu yerler havalimanı ve Otogarlar olabilir diyerek yarı mizahsen yarı ciddi bir tavırla yazımı noktalıyorum. Mutluluğunuzun ve huzurunuzun en üst seviyelerde olması temennilerimle… Sağlıcakla kalın.
Not: İstanbul’un huzur merkezlerini bana tanıtan en önemli kişi olan dostum Ali Topbaş’ın linkteki sitesine tıklayarak İstanbul’un birbirinden güzel fotoğraflarına bakabilirsiniz. ( http://alitopbas.blogspot.com.tr )
