Küçük domino taşı elbette tek başına devasa bir taşı yere düşüremez ama bunu o başlatır. Küçük bir kar tanesi, yüzyıllık ağaçları yerinden sökemez fakat onu sökecek çığı başlatabilir. Bu tarz binlerce örnek verebilirim sanırım size. Lakin en sarsıcı örneğim, tartışmasız, yaşadığımız hayatın ta kendisi olur.
[WPGP gif_id=”3565″ width=”600″]
Dominolar da olduğu gibi hayatımızda bir süreçtir aslında. Dünyaya geldiğimiz an tepkimeyi başlatan o ilk taştır ve artık dur durak bilmeden son taş olan ölüme kadar tepkime devam eder. Yani hayatımızı yaşarız. Buraya kadar herkes hemfikir ve farkındadır zaten. Bana göre de sorun teşkil eden kendi iç süreçlerimiz değildir. Asıl sorun toplumlaşma ile başlar. Yada biz sorun varmış gibi görürüz…
Çoğul yaşadığımız her süreçte insanlar binlerce domino taşından sadece ikisine önem verir ne yazık ki. İlk ve son taş. Oysa çok az insan bir şeyi başlatacak cesarete ve şansa sahiptir. Arada kalan binlerce insan ise kendini işlevsiz görür. Oysa domino taşlarının tek bir misyonu vardır ve o da; bir sonraki taşı devirmektir. Yani hepsi eşittir, kütleleri ve ağırlıklarından bağımsız. Tıpkı bizler gibi… Bu durumu kavramamız için en güzel kavramdır belki “Kelebek Etkisi”. Kararlarımızın bizim öngöremediğimiz sonuçlara yol açması… Birkaç örnek verecek olursak;
Er Henry Tandey’in Ahlaki Çıkmazı: 1. Dünya Savaşı, insanlığın kendi eliyle yarattığı en hazin süreçlerden birisi. Er Tandey, İngiliz ordusunda görevli bir erdi. 27 yaşındaki Henry, 28 Eylül 1918’de Fransa’nın kuzeyindeki Yorkshire alayında görevlendirildi. Savaş alanındayken Henry’nin menziline yaralı ve bitkin bir Alman askeri girdi. İki asker göz göze geldiğinde Alman asker silahını Henry’ye doğrultamayacak kadar zayıf düşmüştü. Henry bu yüzden onu vurmak istemedi ve Alman askeri de ona teşekkür mahiyetinde başını sallayarak oradan uzaklaşıp menzil dışına çıktı. Buraya kadar hepimizin desteklediği ve erdemli olan bu eylem, İngiliz Tarihçi David Johnson’ın son kitabı “The man Who didn’t shoot Hitler”i çıkarmasıyla bambaşka bir noktaya ulaştı. Anlayacağınız üzere o Alman askeri Nazi lideri Adolph Hitler’in ta kendisiydi. Henry Tandey’in aldığı bu karar bir insanı kurtarmış ancak kurtardığı insan, 2. Dünya Savaşı’nda 60 milyon insanın ölümüne neden olmuştu. Tandey 2. Dünya Savaşı sonrası verdiği bir röportajda:”Yaralı birini vurmak istemiyordum. Daha sonra onun nasıl bir insana dönüşeceği hakkında en ufak bir fikrim olsaydı, gözümü kırpmadan silahımı ateşlerdim.” Elbette Tandey onurlu bir hareket yapmıştır ve Hitler’in sebep olduğu canilikler onu bağlamaz. Ancak verdiği karar, kendisininde hiç istemediği sonuçlara sebebiyet verebilmektedir…
Talihsiz Başkan Kennedy: Amerikan tarihi ile biraz haşır neşir olanlar Kennedy ailesi üzerindeki laneti az çok bilirler. Bu lanetin de en çok bilinen kurbanı, 22 Kasım 1963’te Dallas’ta bir suikaste kurban giden ABD Başkanı John Fitzgerald Kennedy.
Soğuk Savaş’ın en çetin ve tehlikeli döneminde ABD Başkanlığı yapan Kennedy, özellikle Domuzlar Körfezi Çıkartması sürecindeki tutumu nedeniyle popülaritesi ve karizmasını en üst seviyelere ulaştırmıştı. Bu tarihlerde dünyanın en etkili iki isminden birisi desek yanlış olmaz herhalde. Ancak sahip olduğu bu muazzam gücün altında çok az kişinin bildiği bir zayıflık yatmaktaydı.
Başkan Kennedy, gençlik dönemlerinde sporla uğraşmaktaydı. Bir gün bir müsabaka yada antrenmanda belinden sakatlandı. Bu sakatlık kendisine çok büyük acılar vermekteydi. O da bu acıları azaltmak için vücudunun dik durmasını sağlayan bir korse takıyordu. Başkan olduğu dönemde de bu korseleri kullanmaya devam eden Kennedy, suikast günü de bu alışkanlığını bozmadı. Üstü açık bir limuzinle suikast mahalline geldiği an suikastçiler, tam 6 el ateş açtılar. İlk kurşun bir koruma polisinin kulağına, ikincisi Kennedy’nin omzuna, üçüncü kurşun başkanın önündeki valinin omzuna, dördüncü kurşun Kennedy’nin boynuna, beşinci kurşun ise arabaya ve son kurşun ise başkanın kafasına isabet edip hayatının son bulmasına sebebiyet vermiştir. Başkan Kennedy, açılan ilk kurşunlar sonrası fırsatı varken eğilememiş ve son kurşun bu yüzden başına isabet etmiştir. Tahmin edeceğiniz üzere başkanın eğilememesine sebebiyet veren unsur, Kennedy’nin taktığı korsenin ta kendisidir.
Geçen günlerde katıldığım bir inovasyon seminerinde, semineri veren eğitimci, birkaç fütüristin gelecek tahminlerine dayanarak bize şu şekilde bir öneride bulundu; “gelecekte yaşayacağımız uzay çağı teknoloji çılgınlığına adapte olabilmek için inovasyonu hayatınıza eklemleyin” şeklinde. Elbette teknolojik gelişmeler çağımızın en göze çarpan gerçeği. Ancak buna kayıtsız bir teslimiyet saçmalığın ta kendisidir. Yani o eğitmen kibarca şunu söyledi; arkadaşım geleceğe etki gücün yok ve sen de çağa ayak uydur. Bu yazıyı da bunun için yazdım sanırım. Zira çağı yazacak olanlar; teknolojik evrim değil, biz insanların verdiği kararlar olacak. Hiçbirimizin etki gücü “hiçlik” boyutunda değildir. Şüphesiz “her şey” de bize bağlı değil. Bizler bu iki sınır arasında bir yerdeyiz. Bu sonsuz yerde nerede konumlandığımız ise kararlarımız belirleyecek. Kendinize değer katan şeyler yapın…