Eşit doğmayız. Yaşam ile ilgili gözüme çarpan belki de en temel gözlemim bu. Hepimiz farklıyız ancak bazılarımız daha da farklı. Şüphesiz hepimizin sahip olduğu yetenekler var fakat bazılarımızın ise çok daha belirgin; onları bir deha yapacak kadar…
Bu duruma sahip insanların nasıl hissettiği ve yaşamları üzerine zaman zaman düşünmüşümdür. İnsanı oldukça farklı kılacak böylesi bir etken, bir lütuf mudur yoksa bir lanet midir? Açıkçası ben cevabın her ikisi de olduğunu düşünmekteyim. Zira böylesi bir lütuf, açgözlü insanların arasında ellerinizde tomarla duran paraya benzer. Bu zenginliği asla sizden alamazlar ancak hamle yapmaktan da geri durmayacaklardır.
ÜSTÜN BİR YETENEK: AMADEUS MOZART
Üstün yetenek, karanlıkta asla gizleyemediğiniz bir ışık gibidir. Kuşkusuz yolunuzu aydınlatır, hatta başkalarının bile… Ancak aynı durum, sizi belirgin bir hedef de yapacaktır. Zira eşitsizlik, oldukça aşikâr bir durum olsa da birçoğumuz için bu durumu hazmetmek biraz zor olabilmektedir. Bu tezimi desteklemek için ise biyografisine göz attığım birçok dehanın mutsuz sayılabilecek zorlu yaşam öykülerini öne sürebilirim. Bu bağlamda; geçtiğimiz hafta gittiğim “Amadeus” oyunu, bu düşüncemi pekiştirmekte oldukça etkileyici bir rol oynadı diyebilirim. Hatta o kadar etkilendim ki; akabinde oyunla aynı ismi taşıyan 1984 yapımı olan filmi izledim: Muhteşemdi!
Klasik müziğin en büyük dehalarından Wolfgang Amadeus Mozart’ın yaşam öyküsünün, çağdaşı ve meslektaşı olan Antonio Salieri’nin bakış açısından anlatıldığı bu oyun ve film, beni sayısız düşünce deneylerine aksettirdi ve bu yazıyı yazmam konusunda otonom bir teşvik haline büründü.
“Farklı” kavramı, çok gerçekçi bir ifade olarak gelir bana. Ancak benzeri durumu “Aynı” için diyebilmem zor. Çok af buyurun ama aynı bir insanın bakış açısının kıtlığını anımsatıyor bana. Bence farklı olana tahammülsüzlüğün altında yatan en önemli neden olarak; bu empati yapamama halini öne sürebiliriz. Mozart ise, bu halin kurbanlarından sadece birisiydi. Tesla, Hypatia, Galileo, Pisagor, Hallacı Mansur, Sokrates… Dehası sebebiyle türlü acılara maruz kalan o kadar fazla insan var ki; hepsini yazmak neredeyse olanaksızdır. Ancak Mozart, bu eşsiz laneti ile çok erken yaşta tanışan birisidir ve bu durum bana daha fazla ilgi çekici gelmekte. Şüphesiz 18. yy. Avrupa’sının seçkinler zümresine de…
OKUMA YAZMA BİLMEDEN NOTA YAZAN BİR ZEKA
Henüz okuma yazma dahi bilmeden, ablasının müzik defterine ilk nota kayıtlarını geçiren Mozart, kendisi gibi müzisyen olan babası Leopold Mozart tarafından özenle eğitildi ve henüz çocuk yaşında iken ablası ve babası ile bütün Avrupa’da turneler verdi. Bu dönemde yolculuk yapmak, oldukça zorlu bir eylemdi ve bu iki çocuk, bu yoğun turneler sebebiyle hayatlarının geri kalanında sağlıklı bir bünyeye sahip olamadılar.
Mozart, henüz 6 yaşında iken Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresia’nın huzurunda konser verebilecek kadar üstün yetenekli bir çocuktu. Hatta bu konser esnasında kaygan zeminde düşmüş ve kendisinden birkaç ay büyük olan Prenses Antoinette’nin kendisini yerden kaldırması sonucu ona evlilik teklifinde bulunmuştur. Bu prenses, gelecekte Fransa Kraliçesi olacak ve devrim esnasında giyotinle idam edilecek olan Marie Antoinette’dir.
MOZART NASIL BİRİYDİ?
Yeteneğinin vermiş olduğu şöhretle çok erken yaşta tanışan Mozart, bu durumu çocuksu ve tutarsız tavırlarında belli ediyordu. Kısa yaşamı boyunca yüksek sesli kahkahalardan ve içerisinde dışkı imasını barındıran şakalardan çok haz alıyordu. Ayrıca inanılmaz derecede müsrif birisiydi ve bu durum, ileride yokluk içerisinde ölmesinde önemli bir rol oynayacaktı. Ancak onun hakkında fazla göze çarpan unsur, çağdaşları olan meslektaşlarından çok üst bir seviyede olmasıydı.
SALİERİ’NİN MOZART İTİRAFI GERÇEK MİYDİ?
Salieri’nin deyimiyle o, “Tanrı’nın Sesi” idi. Salieri ve birçok çağdaşı ise; sadece bu eşsiz yeteneği fark edebilecek bir düzeyde idiler. Bu sebeple ona karşı kin güdüyorlardı. Öyle ki; Salieri, yaşamının sonunda Mozart’ı zehirlediğini itiraf edecek kadar ileri gidebilecekti. Ancak bu tez, hiçbir zaman gerçekçi bulunmamaktadır. Mozart’ın genç yaştaki ölümü üzerine bugüne kadar 118 tez öne sürülmüştür ve sebep ne olursa olsun, Mozart, 5 Aralık 1791’de üretkenliğinin zirvesinde iken 36 yaşında ve beş parasız olarak hayata gözlerini yummuştur.
İnançlı bir Katolik olan Mozart, inanışlarına uygun bir şekilde ortak bir mezarlığa defnedilmiştir. Kaderin bir cilvesi olarak; bu büyük dâhi adına cenaze töreni yapılmamış, adına bir mezar taşı dikilmemiş ve bu sebeple mezar yeri bile tam olarak belli değildir.
Demem o ki; sahip olduğu eşsiz yetenekleri ile tarihteki sayısız deha, ölümlü bedenlerinin türlü eziyetlere ve zorluklara maruz kaldığı bir hayat sürdüler. Ancak aynı durum, onları bütün zamanlardan azade kılacak ölümsüz birer efsane yapmıştır. Bu insanlığın sebep olduğu belki de en büyük ironilerden birisidir.
Dostlar! Farklılığa saygı duymayı öğrenelim…