Dünyanın geçmiş tarihinde olduğu gibi modern insan da savaşları, yıkımları, açlığı ve genel anlamda krizleri yaşamaya devam ediyor. Geçmişte birçok salgın yaşanmış ve bildiğiniz gibi milyonlarca insan hayatını kaybetmişti. Bu sene de koronavirüs salgını dünyayı her yönden (başta ekonomi olmak üzere, siyasi ve kültürel anlamda) derin bir şekilde etkiliyor.
Bir önceki yazımda koronavirüse karşı, aslında biraz da iyimser yönden ve biraz da tozpembe bir bakış açısı çizmeye çalıştım. “Evlerimize kapanacağız ve zaman geçiremediğimiz, yüzlerini unuttuğumuz aile üyelerimizle birlikte daha çok vakit geçireceğiz. Kendimize daha fazla zaman ayırıp, hobilerimizi yapma fırsatımız olacak” demiştim. Evet bunu kimimiz yaşadı, kimimiz yaşayamadı.
“Koronavirüs hayatımızda birçok şeyi değiştirecek” demiştim. Günlük sosyal yaşamımızı, kültürel alışkanlığımızı, yediğimizi içtiğimizi her şeyimizi değiştirecekti…
Peki öyle mi oldu? Hayır, ne yazık ki tam anlamıyla öyle olmadı!
Koronavirüse karşı olan mücadelemiz (toplumsal anlamda söylüyorum) ne yazık ki tüm dünyada hala istenilen ciddiyette ve seviyede değil. Başta nasıl mücadele etmemiz gerektiğimizi tam olarak bilmiyorduk, fakat sonradan gördük ki mücadele kolay olsa da bunu bir türlü içselleştiremedik. Ve virüsü ciddiye almadan çoğumuz eski alışkanlıklarımıza verdiğimiz kısa bir aradan sonra tekrar devam ettik.
HİÇBİR ŞEYİMİZİ DÜZELTEMEDİK!
Şimdi bu yazıyı yazma sebebim şu; yukarıda da ifade ettiğimi gibi; koronavirüse karşı yapacağımız mücadelede insanoğlunun biraz da olsa değişeceğini umut etmiştim. Fakat ne yazık ki düzelen hiçbir şey yok.
“Koronavirüse karşı mücadelede insanlar sorumluluklarını yerine getirir, çünkü insanlar ölüyor” diye düşündüm, ama olmadı. Sorumluluklardan kastım sadece maske ve dezenfektan değil, daha çok ahlaki eylemler…
“İnsanlar birbirlerine daha saygılı ve hoşgörülü olacak, karşımızdaki insanın görüşlerini bir kenara bırakıp tahammül etmemiz, dinlememiz gerekecek… Çünkü toplum olarak artık ortak bir düşmana karşı mücadele vereceğiz, en azından kavga, dövüşü, öldürmeyi bırakırız” demiştim ama bu da olmadı…
Niye olmadı? Çünkü bazı ahlaki eylemlerimizi veya düşüncelerimizi unuttuk. İhtiyacımı olan ne?
İşte en çok ihtiyacımız olan şeyler; saygı, hoşgörü, empati ve tahammül.
Geleneksel ve dijital medyada hepimiz görüyoruz; sürekli bir yerlerde cinayet, kaçırma eylemleri, kavga, kavga kavga… Herkes birbiriyle kavga ediyor. Herkes doğru bildiği, haklı olduğunu düşündüğü amaç uğruna kavga ediyor, öldürüyor.
Oysa ki aynı şeyler savunmayabiliriz, aynı şeyi düşünmeyebiliriz ama arkadaş olabiliriz. Ama insanoğlu ne olursa olsun hiç bıkmadan usanmadan kavga ediyor, öldürüyor, yok ediyor.
Neden? Çünkü artık birbirimize karşı tahammülümüz, saygımız ve hoşgörümüz yok olup gitmiş, bunların nereye gittiğini de pek umursadığımız yok.
Kavganın sonucunda bir taraf kaybedip diğer taraf kazanmıyor. Bir taraf kaybediyor, diğer taraf daha fazla kaybediyor maalesef.
Kimse özür dilemiyor, çünkü herkes haklı!
Çok küçük bir örnek; toplu taşımada kavgamızın olmadığı bir gün yaşayacak mıyız acaba?
Son zamanlarda dikkat ettiniz mi bilmiyorum, artık herkes egolu, hırslı ve nefret dolu. Evet, belki de bu duygular insanoğlunda her zaman var oldu. Bu bireysel ego ne yazık ki artık toplumsal bir egoya dönüşmüş ve kocaman bir balon haline gelmiş ama maalesef içi boş bir balon.
Eğer bir toplumda çoğunluk egolu ve nefret doluysa bu durum toplumdaki insanlara da bulaşır. Neden her gün hayatımızdan cinayet, kıskançlık, kavgalar eksik olmuyor sizce? Çünkü bu hastalık herkese yayılmış durumda.
İstanbul’u örnek verelim; Türkiye’nin 4’te biri nüfusa sahip mega bir kent. Daha önceki yazılarımda da belirtmiştim. Modern toplum, modern mutsuz bireyler inşa etti. İster fakir, ister çok zengin olsun, ister eğitimli, ister eğitimsiz olsun…
Size Türkiye’de toplumun 4’te 3’ünün yaşamından dolayı mutsuz olduğunu söylesem bana aksini söyleyebilir misiniz, ya da kanıtlayabilir misiniz? İşte, bana kalırsa aslında egonun, tahammülsüzlüğün, nefretin ve kinin altında yatan şey de bu; mutsuz olmamız!
Mutlu olduğumuz zaman bu saydıklarım yok olup gider mi bilemiyorum. Onu da çoğunluğu mutlu bir toplum olduğumuz zaman görebiliriz belki. Bu, bana biraz hayal gibi geliyor ne yazık ki…
Evet, ölümcül bir salgın bile, insanoğlunun üstünden atamadığı kötü davranışları değiştirmeyi başaramadı. Giderek, ahlaken erozyona uğramış, bilgiden uzak, okumayan, dinlediği ile hareket eden ve hayatın anlamını idrak edememiş insanları olan bir dünya inşa ediliyor. Hem de karşı koymamız çok zor olan güçlü bir inşa…
HAKLI OLMAK MI, MUTLU OLMAK MI?
Yukarıda da dediğim gibi herkes haklı olduğunu düşündüğü için mi böyleyiz acaba?
O zaman size soruyorum sevgili okur; haklı olmak mı, mutlu olmak mı?
Platon’un çok güzel bir sözü var ve yazımı öyle bitireyim;
“Nazik olun, çünkü karşılaştığınız herkes farkında olmadığınız zorluklarla boğuşuyor”