Jake LaMotta gelmiş geçmiş en iyi boksör değildi muhtemelen. Çünkü o, Rocky Marciano gibi yenilgisiz biri değildi. Ayrıca dünyanın en aktivist sporcularından biri de değildi. Çünkü onun Muhammed Ali gibi dünyayı değiştirmek gibi bir amacı yoktu. Onunla ilgili yapılacak en doğru tanım; spor dünyasının en ilgi çekici karakterlerinden biri olduğudur. Öyle ki 1980 yılında çekilen “Ranging Bull” filmi Bronx Boğası’nın hayatının önemli bir kesintisini anlatan muhteşem bir baş yapıt.
Başrollerinde Robert De Niro ve Joe Pesci’nin olduğu, Caty Moriarty’nin güzelliğiyle büyülediği Martin Scorcese imzalı bu eser, tam 24 önemli film ödülü kazandı. Bununla birlikte en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu, en iyi yönetmen ve en iyi film müziği gibi dallarda birçok Oscar, Golden Globes ve BAFTA adaylığına layık görüldü. En iyi erkek oyuncu dalında Oscar ve Golden Globes ödüllerini kazanan Robert De Niro’nun bu film için doktor kontrolünde tam 20 kilo aldığı, uzun süren boks eğitimleri süresince takdire şayan bir boksöre dönüştüğü ve hatta çekimler esnasında Jack LaMotta’nın kardeşi Joey LaMotta’yı canlandıran Joe Pesci’nin kaburgasını gerçekten kırdığı düşünülünce ödülü haketmediğini söylemek sanırım bir parça zalimlik olur.
Filme dönecek olursak…
Öncelikle söylememiz gereken şey, mutlu anıların gösterildiği kısa sahneler hariç filmin siyah beyaz olduğu. Belki de LaMotta’nın hayatını anlatmanın en güzel yoludur bu. Çünkü LaMotta’nın hayatında siyah, beyaz ve griden başka bir renk yoktur çoğunlukla. Film, Jack LaMotta – Jimmy Reeves maçıyla başlar. Son raundda Jack, rakibini knock-down durumuna getirse de hakem sayamadan maç biter ve kazanan Reeves olur. O sıralarda evlidir Jack ancak karısıyla işler yolunda gitmemektedir. Aslına bakılırsa kardeşi Joey dışında hemen hemen kimseyle ilişkileri iyi gitmemektedir.
Deyim yerindeyse bölgenin The Godfather’ı Tommy Como ve adamı Salvy’nin yardımlarını kabul etmez. Kendi söylemiyle kimsenin palyaçosu da olmaya niyeti yoktur. Tek başına bütün rakiplerini yenip ünvan maçına çıkacaktır ancak Tommy gibi mafya babalarının bağlantıları ve ayarlamaları olmadan bu mümkün değildir. LaMotta’nın hayatındaki en önemli dönüm noktalarından biri de Vikki’dir. Vikki henüz 15 yaşında Salvy ile birlikte havuz başındayken ona aşık olur LaMotta. İlerleyen yıllarda birbirleriyle evlenirler ve hatta çocukları bile olur. Bu arada Jack, tarihin en iyi orta siklet boksörlerinden biri olarak kabul edilen Sugar Ray Robinson ile rövanş maçına çıkar ve bu maçı kazanır. (Sugar Ray ile Jack kariyerleri boyunca yedi kere karşılaşır ve bu maç Jack’in kazandığı tek maçtır.)
O dönemde önüne çıkan herkesi devirmektedir Bronx Boğası. Hayatının en çok yolunda gittiği, en renkli olduğu dönemdir belki de. Fakat işler birgün ailecek yapılan bir kahvaltı esnasında değişir. Menajeri Joey, ağabeyine yeni rakip olarak genç boksör Tony Janiro’yu önermektedir. Ancak Jake onunla değil, daha güçlü ve iddialı biriyle ringe çıkmak konusunda diretmektedir. Ayrıca Janiro ile dövüşmek için 76 kilodan 70 kiloya düşmesi gerekmektedir. Yemek servisi yaparken konuya dahil olan Vikki, Janiro hakkında “hoş bir adam” ifadesini kullanır. Her şey tekrar simsiyahtır artık Lamotta için. Karısına olan güveni burada tam anlamıyla sarsılır ve bu sebepten dolayı Janiro ile ringe çıkıp onu tanınmayacak hale getirir. Ancak kemere ulaşmak için tek çaresinin Tommy için bir iyilik yapmak zorunda olduğunu da istemeyerek kabul eder ve Billy Fox ile olan maçını bilerek kaybeder. Maçtan sonra ise soyunma odasında uzun süre ağlar lakin kemere de belki de bu sayede, Michael Cerdan’ı mağlup ederek ulaşır.
Vikki ile olan ilişkisi ise gitgide daha kötü yönde ilerler. Kardeşi Joey’ye karısına güvenmediğini ve ona göz kulak olmasını söyler. Bir barda Salvy’nin Vickie’yi içki içmeye davet etmesiyle Joey ortalığı birbirine katar. Ancak bu olayın sonucunda kabak yine onun başına patlar. Olayı başkalarından ve farklı biçimde duyan Jack, kardeşinin karısıyla beraber olduğundan şüphelenip onu öldüresiye döver ve ikilinin arası bir daha uzun yıllar görüşmeyecek kadar açılır. Jack önce karısıyla arasını düzeltir, boksu bırakır, bir gece kulübü satın alıp komedyenlik yapar, sonra karısı tarafından tamamen terkedilir, 14 yaşında bir kızın gece kulübüne girmesine bilmeyerek izin vermekten hapse düşer ve iflas eder. Sonrasında ise farklı barlarda komedyenlik yaparak hayatına devam eder.
Jack LaMotta’nın karakteri sadece tek bir şeyist şeklinde bir kalıba asla sığmaz. Kaldı ki filmde bize bunu defalarca anlatır yönetmen Scorcese. Kimseye güvenmez bir kere. Hayali ağır sikletin süper yıldızı Joe Louis ile ringe çıkıp en iyi olduğunu kanıtlamaktır. Fakat kendisi orta siklette olduğundan dolayı böyle bir maçın gerçekleşmesinin imkanı yoktur. Ancak o, ellerinin yeterince büyük olmadığı için Louis ile karşılaşamayacağına inanacak kadar da sürrealisttir. İlgi meraklısıdır bir yandan da. Karısına basit bir soru soran gazetecinin dikkatini çekip konuyu anında kendine getirir tekrardan. Hatta boks kariyeri bitince eline mikrofonu alıp herkese kendini dinletmesi de bu ilgi meraklılığıyla alakalı olmalı.
Başka bir açıdan baktığımızda ise hücrede tek başına kaldığında ağlayarak “ben sandığınız kadar kötü bir adam değilim” deyip duvarları yumrukladığı sahnede basit, daha masum ve belki de biraz çocuksu birini görürüz. Lakin bu çocuk Sugar Ray ile olan 3. karşılaşmasında tüm maç boyunca yumruk yiyip puan ile şampiyonluk kemerini kaybetse de maç boyunca tek bir an bile yere düşmeyecek kadar inatçıdır. Hayatı boyunca yedi kere evlenecek kadar da ayran gönüllü olduğunu da eklemeyi unutmayalım.
Robert De Niro’nun Taxi Driver filmindeki muhteşem “You talking to me?” sahnesi birçok sinema sever tarafından unutulmazdır. Ranging Bull’da ise bana göre en dikkat çekici sahne Jake’in kardeşi Joey’e “karımla birlikte oldun mu?” diye sorduğu sahneydi. Bu iki sekansın birbirini çağrıştırıyor olması da De Niro kaynaklı özel bir durum olsa gerek.
Popüler Akım ailesi olarak film yorumlamaları serisi kararını aldığımız günden sadece bir gün önce Kızgın Boğa Jake LaMotta, 95 yaşında hayatını kaybetti. Eğer sizde benim gibi Robert Deniro, Joe Pesci, Martin Scorcese üçlüsünün hayranıysanız yada sadece bu dünyadan henüz göçüp giden siyah beyaz bir eski şampiyonu anmak istiyorsanız bu filmi sakın kaçırmayın…