Amerikan kuvvetleri geçtiğimiz ay, tam da bölgede gerginliğin tırmandığı bir zamanda, Suriye’de İran destekli milisler üzerinde üç defa ateş açtı. Gözlemciler ve eski yetkililer bu çatışmaların beklenmedik, plansız ve sarmal bir savaşa kolayca dönüşebileceği endişesini taşıyor.
Bu üç hadise Suriye, Irak ve Ürdün sınırlarının birleştiği noktaya yakın olan Suriye’deki el-Tanf bölgesinde gerçekleşti. Esad için savaşan milis güçler, Daeş’e karşı yerel savaşçıları eğiten 150 kişilik Amerikan birliğine yaklaştı ve ABD bu gelişmeye hava saldırısı ile yanıt verdi.
Birliğe yaklaşan milislerin muhtemelen İran’ın İslam Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) tarafından eşlik edilen Suriye ve Irak Şii militelerinin karışımı olduğu düşünülüyor. Devrim Muhafızları ise parmak izlerini saklamak konusunda hiç de endişeli gözükmüyorlar. Hatta Kudüs komutanı Qassem Soleimani, yakınında bulunan milis kuvvetleri ile fotoğraf bile çektirdi.
Bu olaylar dizisi Doğu Suriye Çölünün, Yemen ve Hürmüz Boğazının yanı sıra, nasıl ABD ve İran arasındaki çatışma alanına dönüştüğünü gösteriyor.
Hürmüz Boğazında daha önce iki taraf birçok kez karşı karşıya geldi, fakat bu seferki karşılaşmalar öncekilerden oldukça farklıydı. Washington’da birçok açıdan kaotik olan yeni bir yönetim olsa da İran’ın bölgedeki nüfusunu kırma noktasında birleşildi. Fakat görüşler başlıca gerekli güç derecesi ve risk konusunda ayrılıyordu.
Washington ve Tahran arasında Obama yönetimi tarafından kurulan üst düzey irtibatlar Donald Trump başkan olduktan sonra kesildi. Trump’ın ilk dış ticaret gezisini İran’ın bölgedeki rakibi Suudi Arabistan’a yapması, İran’a yönelik tutumunun ne olacağını gayet açık şekilde gösterdi.
Trump, İran’ın etkisini Daeş ve El-Kaide’nin yarattığı küresel tehdit ile eşit olarak tasvir etti ve 7 Haziran’da Daeş’in Tahran’da gerçekleştirdiği terör saldırısı sonrasında, İran hükümetinin nihayetinde suçlanması gerektiğini ima etti.
Konu ile ilgili Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada “terörizme destek olan devletlerin teşvik ettikleri kötülüğün kurbanı olma riskini taşıdığının altını önemle çizdikleri“ belirtildi.
Ulusal İran Amerikan Konseyi Başkanı Trita Parsi, bu ay “Bir Düşmanı Kaybediş: Obama, İran ve Diplomasinin Zaferi” adlı bir kitap yayınladı. Parsi kitabında Trump’un, Suudi Arabistan’a gitmesi ve İran’ın tamamen izole edileceğini ilan etmesi, yalnızca her şey dahil bir diyalog penceresini kapatmakla kalmadı, aynı zamanda İran’la potansiyel bir savaş için bir pencere açtığını belirtti ve yakından bakıldığında iki ülke arasındaki gerginliğin kasıtlı olarak tırmandırıldığını belirtti.
Trump yönetimi, İran’ın politikasını hala gözden geçirdiğini söylese de Dış İşleri Bakanı Rex Tillerson geçtiğimiz hafta Senato’ya, ABD’nin barışçıl geçişi sağlayacak olan İran içerisindeki unsurların desteklenmesi için çalışacaklarını söyledi.
Barışçıl bir değişim üzerinde durulsa da İran hükümeti bu açıklamayı, Bush dönemindeki rejim değişikliği ruhu veya daha uzağa gidersek 1956’daki CIA darbesine benzer bir tehdit olarak algılıyor. Tillerson’ın mevkidaşı Mohammad Javad Zarif de cevaben, Rusya’nın seçimlerine müdahalesi ve yolsuzluk konularında başı ağrıyan Trump yönetimini tiiye alan bir tweet attı. Tweete “ABD’li yetkililer kendi iyilikleri için %75 oy alarak seçilen Iran yönetimini değiştirmekten ziyade, kendilerininkini kurtarma konusunda daha çok endişe etmeliler.” dedi.
Tek Suçlu Trump Değil!
İran ve Amerika arasındaki artan gerilim sadece Trump’tan kaynaklanmıyor. Suriye ve Irak’taki savaşın evrim geçirmesi, İran ve Amerika’yı karşı karşıya getiriyor. Ortak düşman Daeş’e karşı yürütülen savaş boyunca karşılıklı saldırmazlık konusunda örtük mutabakata varılsa da, bu mutabakatın Daeş’in Rakka ve Musul kalelerini kaybetmesiyle aşınacağı kesin olarak bekleniyor.
Eski bir devlet ve savunma yetkilisi olan Ilan Goldenberg “Daeş haritadan silindiğinde Şii İran destekli grupların ve Amerikan destekli grupların birbirleri için gösterdikleri hoşgörü ortadan kalkacak. Bu oldukça tehlikeli bir durum ve her şeyin çok hızlı değişeceğini tahmin edebilirsiniz.” dedi.
Savaş Araştırmaları Enstitüsünde uzman olan Jennifer Cafarella “Buradaki büyük resim Daeş sonrası çıkacak savaştır. Özellikle Musul’un yeniden ele geçirilmesi sonrası güvenlik alanına hakim olma savaşı çok önemlidir. İran bir sonraki aşamaya hazırlanıyor ve bir sonraki aşamayı kazanmak için çoktan önemli adımlar attı. ABD ise hala bölgedeki tek stratejik önceliğe sahipmiş gibi Daeş’e odaklanıyor.” dedi.
ABD’nin Daeş ile savaşta Suriye Çölünün güneydoğusuna yeni bir cephe açma kararı ve El-Tanf’ta bir karakol kurma kararı alması, İran’ın Tahran’dan Şam’a ve Lübnan’a doğru doğu-batı koridorunu kontrol etme arzusu için, bu koridorun El-Tanf üzerinden geçeceği düşünüldüğünde, ciddi bir meydan okuma olarak algılanıyor.
Bölgedeki uzmanlardan Nicholas Heras “İran, Esad ve İran tarafından harekete geçirilen Iraklı milisler, ABD’nin Suriye Çölünde daha fazla toprak kazanmak için tam yetkiye sahip olmasını engellemek konusunda bir karara varmış gibi görünüyor” dedi.
Şimdiye kadar ABD, Himars roket sistemini kullanarak bölgedeki konumunu güçlendirse de ABD’nin kontrolünü elinde tutmak için ne kadar ileri gideceği kestirilemiyor. Savunma Bakanı James Mattis komutan olduğu zamanlarda, askerleri Irak’ta İranlı milisler tarafından sürekli saldırıya uğradığında, İran konusunda adeta bir şahindi. Ancak yeni rolünde Daeş ile mücadeleye ve yaklaşmakta olan Kuzey Kore tehdidine öncelik veriyor. Foreign Policy cumartesi günü, Mattis’in Beyaz Saray yetkililerinden güney Suriye’deki İran destekli güçlere karşı saldırıda bulunması yönündeki gelen baskılara karşı direndiğini bildirdi.
Afganistan’daki askeri birliklerin kurulması gibi bu tür kararlar Pentagon’a devredildi. Beyaz Saray’dan gelen genel bir stratejinin yokluğunda, taktik kararlarının istenmeyen geniş bir çatışmaya yol açabileceğinden endişe ediliyor.
Goldenberg bu konu hakkında “ABD hükümetinde bu konularda çalışan insanlarla konuştuklarımdan anladığım kadarıyla, bunlardan herhangi birinde maddi bir malzeme ya da görüş birliği bulunmaması çok büyük bir problem. Beni korkutan şey de bu.” diyor.