Bize Ait Olmayan Bir Savaş; Kore Savaşı

0
1322

Türk Dış Politikası, süregeldiği tarih boyunca revizyonist ya da statükocu olmuştur. Özellikle Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte kurulan yeni rejim, genellikle statükocu bir tutum içinde bulunmaya çalışsa da, zaman zaman revizyonist hareketlere de girişmiştir. Bugün sizlere bu revizyonist hareketlerden birisi olan Kore Savaşı’nı, katılma gerekçemiz ve savaşta gerçekleşen bir olay ile aktarmaya çalışacağım.

ABD’nin Japonya’ya karşı kullandığı atom bombaları, onları uluslararası sistemde çok güçlü bir konuma getirmişti. Ancak 1949 yılında SSCB’nin de atom bombası denemesini başarıyla gerçekleştirmesi, dünyada yepyeni bir çağın başlangıcı oldu. “Soğuk Savaş” olarak adlandırılan ve çift kutuplu bir yapıda olan bu düzen, Hegemon-Çevre ülke ilişkileri ile anlam kazanmaktaydı. Bu sistemde Hegemon Devletler ABD ve SSCB, çevre ülkeler ise onları destekleyen ülkelerdir denebilir kabaca. Yani ya ABD ve onun ideallerine ya da Sovyetlerin boyunduruğu altına girecektiniz. Elbette Bağlantısızlar hareketi de bu dönemde önem teşkil eden bir gruptu ancak dönemin ana karakterini yukarıda belirttiğim düzen oluşturuyordu. Ayrıca her iki kutbun liderliğini yapan ülkeler, nükleer silahlara sahipti. Bu olası bir sıcak çatışmanın doğuracağı felaketler hususunda herkesi endişelendiren bir durumdu. Bu atmosferde doğan Kore Savaşı, karşıt gurupların ilk sıcak çatışması oldu.

Kore Savaşı ve ABD

-Advertisement-

ABD, savaşa doğrudan müdahil olurken Sovyetler perde arkasından komünist güçleri askeri ve insani yönden iaşe etti. Görünürde Kore Yarımadası’nda komünist ve karşıt görüşlü olanların mücadelesi gibi görünen bu savaş, barındırdığı ideolojik çatışma ile büyük devletleri de bir mıknatıs gibi içine çeken bir hal aldı. Savaşın başında Komünist Kuzey güçleri, güney ordularını püskürterek geri çekilmeye zorladı. ABD’nin olaya müdahil olması için beklediği fırsatta işte böylece doğmuş oldu. Zira işin içine Komünizm girmişti. ABD, BM ve NATO güçlerini bölgeye müdahil olması hususunda ikna etti. Ancak bozguna uğrayan 2. Güney Kore Kolordusu yerine bir askeri güce daha ihtiyaç vardı. Bilin bakalım o askeri güç nereden alındı…

Türkiye Cumhuriyeti, 2. Dünya Savaşı’nda ki taraflı tarafsızlık politikası ile savaştan galip çıkan iki ülkeyi çok kızdırmıştı. Bunlar; İngiltere ve SSCB idi. Özellikle Stalin yönetiminde oldukça saldırgan bir dış politika benimseyen Sovyetler, savaş sonunda Türkiye’yi açıkça tehdit etmekten de çekinmiyordu. Başlangıçta Türkiye’nin deyim yerindeyse Sovyetlerin gazabına uğraması, özellikle de başta İngiltere’nin istediği bir durumdu. Ancak SSCB’nin atom bombası gibi güçlü bir silaha sahip olması, bir anda işleri tersine çevirdi. Komünizm’in müdafaası için Türkiye bir anda önemli bir müttefike dönüşmüştü. Türkiye de bu dönemde Sovyetlerin olası bir askeri müdahalesi ile karşı karşıya kalmamak için deyim yerindeyse her şeyi yapmaya razıydı. CHP döneminden başlayarak iki kez NATO’ya başvuruldu ve ikisinde de olumlu sonuç alınamadı. Ancak Kore Savaşı tam da bu anda Türkiye için beklediği fırsat olabilirdi.

Kore Savaşı

Adnan Menderes liderliğinde yeni DP yönetimi, bu krizi fırsata dönüştürmek için Kore’ye asker gönderebileceklerini tüm dünyaya duyurdu. İşte aranan boşlukta bu şekilde dolmuş oldu. İkinci Amerikan Tümeni’nin doğusuna konuşlanan Türk ordusu savaşın en tehlikeli bölgelerinden birindeydi. Kunuri olarak adlandırılan ve günümüzde Kuzey Kore topraklarının kuzeyinde yer alan bu kasaba, savaşın en kanlı anlarına şahitlik etti. Başlangıçta iyi durumda olan BM güçleri, yaklaşık 1 milyon kişiden oluşan Çin ordusunun ani baskını sonucunda bozguna uğradı ve plansız bir şekilde geri çekilmeler başladı. BM ordularının arasındaki iletişim eksikliği, kuzeyde kalan birliklerin koşullarını daha da güçleştiriyordu.

Savaşın en tehlikeli bölgelerinden birinde olan Türk tugayını General Tahsin Yazıcı komuta ediyordu. Çin’in ani hücumu karşısında yarılan BM güçleri, bir ahtapot gibi her yandan sarılıyordu. Ayrıca bu tehlike çemberinin içinde çok değerli askeri ekipmanlar vardı ve bunların düşmanın eline ne pahasına olursa olsun geçmemesi gerekiyordu. Bu ekipmanların güvenli çıkışı ve çapraz ateş altında kalan Amerikan 8. ordusunu kurtarmak için Türk birliklerine karşı taarruz emri verildi. Bu neredeyse intihar demekti ve Türk birliklerinin taarruz sonrası geri çekilmesini sağlayacak araç desteği de yoktu. Tahsin Yazıcı, emri tasdik etti ve komutası altındaki birliklere karşı taarruz emrini verdi. Ancak emrine bir subay uymayacaktı.

Askerlerini açık bir şekilde ölüme mahkum etmek istemeyen Albay Celal Dora, kendisinin askeri mahkemede yargılanmasına sebebiyet verebilecek olsa da askerlerini güvenli bir şekilde tehlike hattının gerisine çekti. Emre uyan Türk birlikleri ise kahramanca bir direniş gerçekleştirip ağır zayiatlar vermesine rağmen kalabalık Çin ordusunu 3 gün boyunca oyaladılar. Bu gecikme müttefiklerimizin kendisini toparlaması adına hayati bir öneme sahipti. General Mac Arthur, Türk Tugayı’nın gösterdiği bu başarı sebebiyle onlara “Kutup Yıldızı” şeklinde hitap ediyordu. Tugayın bu destansı kahramanlığı tüm dünyada da geniş yankı bulacaktı. Bütün dünyada radyo yayınlarında hatta Moskova radyolarında dahi Türklerin bu kahramanlığı konuşulmaktaydı.

Kore Savaşı ve Türkiye

Savaş sonrası Albay Celal Dora hiçbir mahkemede yargılanmadı. Zira Demokrat Parti savaşın sadece iyi yönlerini halka sunmak istiyordu. Bu yüzden destansı kahramanlıklarımız ve akabinde 18 Şubat 1952’de NATO’ya girişimiz öncelikli olarak halka sunuldu. Ancak Kore’de 741 şehit, 2068 yaralı, 163 kayıp, 244 esir ve 298 diğer olmak üzere toplam 3514 kaybımız oldu. TBMM kararı olmaksızın binlerce kilometre uzağımızda cereyan eden bu savaşta yiten bu canlar, tarihin kara sayfalarına kendi kanları ile yazıldı.

Son olarak kendime sorduğum bu soruyu size de sormak isterim. Doğru olanı General Yazıcı mı yoksa Albay Dora mı yaptı?

celal dora ve tahsin yazıcı

-Advertisement-

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here