Yazan: Mihrişah Danat
Paskalya Adası, eski çağlarda dünyanın merkezi olarak adlandırılan ve en gizemli ada olarak kabul edilen bir yer. Uzun yıllardır yapılan araştırmalara rağmen gizemliliğini hala sürdürüyor. Bu gizemli ada en yakın kıtaya 3700 km, yerleşim olan en yakın kara parçasına ise 2000 km mesafededir. Bu kıtayı dünyada gizemli kılan ününün nedeni ise çok farklı özelliklere sahip olmasıdır.
Adanın ismi Avrupalı kaşiflerden birinin Paskalya Bayramında adaya çıkması sebebiyle verilmiş. Ancak adanın gizemi Avrupalılar tarafından keşfedilmesinin çok öncesine dayanıyor. Adaya ilk ayak basan Polinezyalı denizcilerin bu adaya nasıl ulaştığı ve okyanusta nasıl hayatta kaldıkları bir sır olarak duruyor.
Sahili, bitki örtüsü ve coğrafi özelliği olmayan bu adaya ilk yerleşimciler hızla evler ve köyler inşa etmeye başlamışlar. Elips şeklindeki ev tarzının, adaya ilk gelenler tarafından ev ihtiyacını en pratik şekilde karşılamak için tekneleri ters çevirerek ortaya çıkardığı tahmin ediliyor.
Adanın bitki örtüsü çoğunlukla palmiye ağacından oluşuyordu. Bugün ise sadece çayır ve çimen kalmış. Yerleşimciler yüzyıllar boyunca ev ve tekne gibi temel ihtiyaçları dışında Moai inşası için de bu bitki örtüsünü tamamen yok etmişlerdir. Adada nüfus arttıkça, değişik yerleşim bölgeleri, köyler oluşmuş ve ada halkı klanlara bölünmüş. Birbirleriyle devamlı çatışma halinde olan bu klanların tek bir ortak noktası vardı: Moai inşası ve bunun etrafında oluşmuş olan “kült”.
Nedir bu Moai? Bir çeşit insan görünümlü dev heykeller. Onları ilginç yapan birçok özellik bulunuyor. İnsan şeklinde olan bu heykellerin en uzunu 12 metre boyunda. Bu heykeller yapıldıkları yerde değil, adada ki “Rona Raraku” yanardağındaki yumuşak volkanik tüflerden yapılmıştır. Heykellerin gizemleri bununla da sınırlı değil; heykeller rastgele bir yapının üzerine dikilmiyor. Ahu adı verilen taş platformların üzerlerine dizilmişlerdir. Genelde denize bakan yerlere yapılıyorlar. O kadar muntazam yerleştirilmiştir ki, iki taş arasına bıçak bile sokmak imkansızdır. Bu büyük heykelleri bir platforma yerleştirmek çok büyük bir fiziksel güç ya da müthiş bir mühendislik bilgisi gerektiriyor.
Bir ilginç şey daha: Pukao. Yani heykellerin başındaki kırmızı dev şapkalar. Bu şapkalar, Moailerin başının dengede duracak şekilde nasıl yerleştirildiği hala merak konusu.
Peki ada halkı bu heykelciliğe neden girişti ve bu mühendislik bilgisine nasıl sahip oldu? Yapılan araştırmalarda Moailer klanlar arasında güç ve rekabeti simgeliyorlardı. Klanlar daha büyüğünü dikmek için çok çaba sarf edip daha büyük heykeller dikmeye başlamışlar. En sonunda bu hırs ada ormanlarının sonunu getirdi. Ormanlar yok olunca verimli topraklarda erozyona uğradı. Kıt kaynaklar için mücadeleye giren klanlar birbirlerinin Moailerini yıkmaya başladılar. Hayatta kalmak için yamyamlığa bile başladılar. Adadaki mağaralarda “insanın insanı yediği mağara” gibi şeyler yazılıyordu. Onbinlere ulaşan nüfus, Avrupalıların adaya gelmesiyle bin kişinin altına düşmeye başlamıştı. Adaya gelen köle tüccarları sağlıklı buldukları herkesi köle olarak götürüyorlardı. Daha sonra gelen misyonerler adada misyonlarını kuruyor ve ada halkını tamamıyla Hristiyanlığa geçiriyordu. Bugün, soyları adanın yerli halkına dayanan çok az kişi kalmıştır.
Tarihte buna benzer hırsından ve dünya gücüne bağlılıktan dolayı kendini yok etmiş ya da yok edilmiş birçok medeniyet örneği mevcut. Hepsi insanlık adına birer ibret öyküsü niteliğinde. Ayrıca adada bulunan delillerde ve araştırmalarda ise geçmiş dönemlerde yaşayan kavimlerin hiç de ilkel olamadığının birer kanıtı olarak ortaya çıkmaktadır.