Fatih Sultan Mehmet, herhalde son günlerde gerek tablosu gerek Ayasofya’nın ibadete açılması hususunda en çok tartışılan hükümdardır. Peki Fatih Sultan Mehmet kimdi?
Müslüman Türk Sultanı mı? Yoksa yaşadığı çağın doğu ve batı toplumlarının kültürlerini yakından takip eden ‘Doğu ve Batı’nın Efendisi’ olan bir imparator muydu?
Gerçek şu ki, her iki cevap da doğrudur ancak bu cevaplardan birinin olmaması Fatih’i anlamak konusunda sorun yaşamamıza sebep olur. O, sahip olduğu entelektüel birikim ve içinde bulunduğu çağa merakı sayesinde Batı’dan doğuya kadar pek çok milletin dilini, kültürünü öğrenmiş ve bu iki sıfatlandırmaya sahip olabilecek nitelikleri kendisinde bulundurmuştur.
Prof. Dr. Halil İnalcık, hükümdar için “Fatih Sultan Mehmed, Doğu Roma’nın payitahtı Konstantinopolis’e sahip olduktan sonra kendisini Roma imparatorlarının varisi saymaktaydı. Tüm Türk devletlerinde taht-ili’ni ele geçiren hakan, o devletin sahibi sayılırdı’’ ifadelerini kullanmıştır.
Nasıl Değerlendirmeliyiz?
Bugün Fatih Sultan Mehmet adı geçtiğinde herkesin sevmese de mutlak bir saygı duyduğu aşikardır.
Fransız Tarihçi Jean- François Solnon ‘Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa’ adlı kitabında Sultan II.Mehmet hakkında şu ifadeleri kullanmıştır:
“Sanat meraklısı sultanın, Venedikli misafirine gösterdiği yakınlık da ayıplanmıştı. Gerçekten de bir Müslüman hükümdar ile yabancı bir sanatçı arasındaki olağandışı yakınlık bir yakınlık söz konusuydu. Bu nedenle Fatih öldükten sonra saray teşrifat usullerinde bundan böyle bir gayrimüslimin padişaha yakın olması yasaklandı. II.Mehmet bu suçlamayı duysa çok memnun olurdu: Venedikli ressam sayesinde örnek aldığı Büyük İskender seviyesine yükselmişti. Bellini onun Apelles’i olmuştu.
Venedikli gözlemciler tarafından aydınlanan batı kamuoyu sonunda II.Mehmed’in tam bir kültürel elektizim sahibi olduğunu kabul etti. Buna karşılık, Türkleri ne geçmişi ne kültürü olan seviyesiz bir halk görmekte ayak diredi… ’’(Sayfa 59-60)
Yukarıdaki ifadeleri şekil üzerinden yorumlarsak; Fatih Sultan Mehmet, Hristiyan Avrupalılardan övgüler almaktadır. Peki bu durum hükümdarın batıdan övgüler aldığı için iyi işler yapmadığı anlamına mı gelmektedir?
Fatih hakkında yine Halil İnalcık ‘’Rönesans Avrupası : Türkiye’nin Batı Medeniyetiyle Özdeşleme Süreci’’ adlı kitabında ‘’Öbür yandan hümanistleri koruyan açık düşünceli Fatih Sultan Mehmed sarayında Yunanca eserlerle bir kütüphane kurmuştur.’’(Sayfa 61) ifadelerini kullanmıştır. Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzere Fatih, Roma imparatoru olduğunu ilan ederken aynı zamanda hakimiyet iddiasında bulunduğu coğrafyanın kültürünü de sahip çıkarak iddiasını meşru bir zemine oturtmuştur.
Umberto Eco ise ‘’16.Yüzyıl Rönesans Çağı ‘’ adlı kitabında Fatih sonrası Osmanlı İmparatorluğunu şu ifadelerle açıklamıştır: “Osmanlı tarihinde Beyazıt-ı Veli olarak geçen II.Beyazıt’ın (1481-1512) dönemi, imparatorluğa babasının planladığından çok farklı bir yön verir’’ (Sayfa 177) Not: Umberto Eco yazımıza buradan ulaşabilirsiniz
Bu sebeple Fatih tarafından yapılan işlerin kim tarafından övüldüğü veya eleştirildiğini sorgulamakla değil neden ve sonuçlarını inceleyerek doğru sonuçlara varabiliriz.
Fatih Sultan Mehmed’in Gerçek Mirası
Hükümdar genç yaşında Roma başkentini ele geçirmiş ve şehri ticaretin merkezi haline getirmeye çalışmıştır. Buna karşılık coğrafi keşiflere şahit olmaması ise ayrı bir talihsizliktir. Devletine katmak istediği küresel vizyon kendisinden sonra coğrafi keşiflere yeterince reaksiyon gösterilmemesi sebebiyle etkisini yitirmiştir.
Charles C.Mann ‘Amerikanın Keşfinden Küreselleşmeye 1493 Kısa Dünya Tarihi’ adlı kitabında Mexico City’nin ilk küresel kent olmasını Şair Bernardo de Balbuena’nın şu dizeleriyle açıklama yoluna gitmiştir: “İspanya Çin’le birleşti, İtalya Japonya’yla. Tüm dünya birleşti nihayetinde, ticaret ve düzenle’’.
Avrupa’daki gelişmeleri yakından takip eden bir hükümdarın coğrafi keşifler karşısında tutunacağı tutum ne olurdu merak konusudur. Ünlü Koçi Bey’in devletin en parlak zamanını Kanuni Sultan Süleyman devri olarak görmesine karşın devletin düzenindeki ilk çözülmelerin bu dönemde başladığını ifade etmesi de değişen dünyaya ayak uyduramadığımızın göstergesi değil midir? Belki de Fatih’in imparatorluğa katmak istediği vizyon ve misyonun değişmesi en büyük felaketimiz olmuştur.
OTLUKBELİ SAVAŞI NEDEN ÖNEMLİ?
Fatih döneminin yine en önemli olaylarından birisi Otlukbeli Savaşı (1473) olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bu savaş, konvansiyonel silahlar ve barut kullanan Batı Türk Türklerinin halen bozkır tarzı savaşma yöntemini kullanan doğu Türklerine karşı üstünlüğünü açıkça ortaya çıkmıştır. 1402 yılında Timur tarafından bozguna uğratılan Batı Türklerinin durumu düşünülünce önemli bir gelişme olarak karşımıza çıkmaktadır.
Otlukbeli savaşı aslında Fatih’in gerçek mirasını sahiplenmeyen Osmanlı İmparatorluğu’nun (Dönemin teknolojik ve kültürel gelişmelerine uygun devlet ve toplum yapısı oluşturmak) Batı karşısında yaşayacağı hezimetin habercisi olmuştur. Zira 16.Yüzyılda İmparatorluk Akdeniz de hakim olmaya çalışırken Batılı Devletler pasifikte kalyon ticareti yapmaya başlamıştır.
Fatih’in gerçek mirasını sahiplenmek ise artık imparatorluklar dönemi bitmiş olduğuna göre akıl ve bilimin rehberliğinde bir devlet düzeni buna bağlı olarak gelişmiş bir kültürel yapı oluşturabilmekle mümkün olacaktır.İstanbul’un Fatihi ile İstanbul’un kurtarıcısı Atatürk’ün bizlere gösterdiği yol ise bu açıdan büyük paralellik göstermektedir.