Spor tarihi; fikirleri, tercihleri ya da yaşam tarzları yüzünden baskılara uğrayan sporcuların dramatik mücadeleleri ile dolu. Allen Iverson, Devid Stern’ün demir yumrukla hizaya getirmeye çalıştığı NBA’de getto tarzı yaşam biçimi sebebiyle birçok sorun yaşamıştı. Irkçı kulüp sahiplerinin bolca bulunduğu NFL’de, Colin Kaepernick’in fikirleri yüzünden yaşadığı baskılar da henüz hafızalarda taze.
Ülkemiz sporunda sendikal faaliyetler ve grev kavramları ile birlikte anılan Metin Kurt’un mücadelesi daha tanıdık bir örnek. Eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra İngiliz toplumundan adeta tecrit edilen Justin Fashanu’nun hikayesi ise muhtemelen sonu en acı olanı. Saygı duyulacak bütün bu mücadelelerin yanında Caster Semenya’nınki biraz farklı.
Çünkü ona açılan savaş yalnızca tercihleri ve yaşam tarzına değil, onun varoluşuna!
Önce geriye dönüp hikayeyi en başından itibaren hatırlayalım
Caster Semenya Kimdir?
Atletizmi yakından takip edenler bir kenara, sporseverler Caster Semenya ismini ilk olarak 2009 yılında Berlin’de düzenlenen Dünya Atletizm Şampiyonası’nda duymuştu. Kadınlar 800 metrede piste çıkan Güney Afrikalı atlet 1.55.45′ lik derecesiyle altın madalyanın sahibi olmuştu. Ancak 18 yaşındaki Semenya’nın kaslı vücut yapısı ve yaptığı müthiş derece acımasız tartışmaların fitilini ateşlemişti.
Dünya Atletizm Federasyonu, şampiyonanın ardından Semenya’ya cinsiyet testi yapılacağını doğruladı. Yaklaşık on ay süren araştırmalar sonucunda IAAF, Caster Semenya’nın özel bir durumunun olduğunu ancak bunun yarışmasına engel teşkil etmediğini ve test sonuçlarının özel hayatın gizliliği sebebiyle açıklanmayacağını belirtti. Buna rağmen yaklaşık bir yıllık süreç son derece yıpratıcıydı. Bir yandan hakkında çift cinsiyetli olduğu söylentileri ortaya çıkarken diğer yandan acımasız yorumlarla genç bir kadının varoluşu sorgulanıyordu.
Toplumsal Baskıya Evrilen Süreç
Ebeveynlerinden doğumunu gerçekleştiren ebeye kadar bir çok yakını onun kadın olduğuna emin olduklarını konusunda demeçler verirken, Semenya da bir dergiye kadınsı pozlar vermek zorunda hissetmişti kendisini. Yani süreç tüm kadınların eşit şartlarda yarıştığından emin olma fikrinden çıkıp vicdani sınırları terk ederek toplumsal bir baskıya dönüşmüştü.
İlerleyen dönemlerde Semenya’nın açıklanmayan özel durumunun hiperandrojenizm olduğu ortaya çıktı. Hiperandrojenizm kavramı, testosteron seviyesi tipik seviyenin çok üzerinde olan kadınlar için kullanılan bir terim. Bu sebeple de IAAF, Güney Afrikalı atletin yarışmalara devam edebilmesi için doğuştan fazla olan hormonlarını azaltacak ilaçlar kullanmasını zorunlu kılmıştı. O da bu şartlarda yarışmaya devam etmiş ve (sonrasında birinci olan Rus atletin diskalifiye olması sonucu altına dönüşecek) bir olimpiyat gümüş madalyası ile ikinci dünya şampiyonası zaferini elde etmişti.
Ancak hayatında yaşadığı her mutlu an için cezalandırılıyordu sanki. 2015 yılında kız arkadaşı Violet Raseboya ile evlenmiş ancak erkeksiliği(!) yüzünden daha çok eleştirilir olmuştu. Hormon dengeleyici kullanma zorunluluğunun kalkmasıyla 2016 yılında Rio’da düzenlenen olimpiyatlar ve 2017 yılında Londra’da düzenlenen dünya şampiyonasında altın madalyaları kimselere kaptırmamıştı. Ancak bu başarılar sonrasında da (özellikle Rio’daki 800 metre finalinin ardından) uzun süredir birlikte yarıştığı rakipleri tarafından hedef gösterilerek dışlanmıştı.
Bu noktada hormon dengeleyici kullanma zorunluluğunun kalkmasına kısaca değinmekte fayda olabilir.
Aynı Sorunu Yaşayan Başka Bir Atlet: Dutee Chand
O dönemde aynı sorundan muzdarip tek kişi Caster Semenya değildi. Hindistanlı sprinter Dutee Chand da fazla testosteron seviyesine sahip bir atletti. Chand, IAAF’in kararını spor tahkim mahkemesine taşımıştı. Mahkeme de federasyonun yüksek testosteron seviyesinin sporculara avantaj sağladığı konusundaki raporunu yeterli bulmayarak araştırmalarını kanıtlaması için IAAF’e iki yıl süre vermişti.
Aylar sonra federasyon raporunu hazırladı. Raporun temeli Differences of Sexual Development (DSD) yani cinsiyet gelişim farklılığı bulunan atletlere dayanıyor. IAAF’ in araştırmalarına göre kadınların ortalama testosteron seviyesi 0.12 – 1.79 nmol/L iken hiperandrojen DSD bireylerde bu değerler 7.7 – 29.4 nmol/L düzeyinde. Hormon seviyelerindeki bu farklılık ise vücuttaki kas kütlesi ve kuvveti ile hemoglobin değerlerini artırıp bu sayede DSD bireylere yüzde 3’lük bir avantaj sağlıyor.
SpOr bilimcilerine göre ise bu durum Semenya’nın mücadele ettiği 800 metrede 5-7 saniye civarında bir avantaja sebep olmakta.
Yine rapora göre bu durumun yarattığı avantaj en çok 400 metre, 400 metre engelli, 800 metre koşuları ile çekiç atma ve sırıkla atlama branşlarında kendini gösteriyor. Bu sebeplerle IAAF, Nisan 2018′ de açıklanan yeni kuralla gelecek yıldan itibaren testosteron seviyesi fazla olan DSD atletlerin hormon baskılayıcı kullanarak testosteron seviyesini en az altı ay boyunca 5 nmol/L seviyesinin altına düşürmesini istiyor.
Semenya cephesi ise tabi ki duruma itiraz ederek konuyu CAS’a taşıdı. Savunmanın iki temel dayanak noktası vardı. Semenya’nın avukatları öncelikli olarak yüksek testosteronlu DSD kadınların hormonlarından aynı oranda performans alamayacağını savundular. Onlara göre vücut, testosteronları tamamen aktif bir forma dönüştüremiyordu. Dolayısıyla hormonlardaki bu fazlalık performansa aynı derecede pozitif bir katkı sağlamıyordu. Akademisyenler Roger Pielke ve Ross Tucker’da IAAF’in raporunu eleştirirken verilerin %17- %32’sinin hatalı olduğunu iddia ettiler. Savunmanın üzerinde durduğu diğer nokta ise sporcunun hormon düzeyini yasadışı olarak dışarıdan alınan maddelerle artırmadığı. Yani savunmaya göre IAAF bu kararıyla sporcunun doğal yeteneklerini cezalandırıyordu.
Geçtiğimiz günlerde CAS kararını verdi. Yayınlanan açıklamada kararın uzun vadede ayrımcılığa sebebiyet verebileceği kabul edilirken adil rekabetin sağlanması amacıyla sınırlı alanlardaki bu kısıtlamaların uygulanmasına izin veridi.
Yani kısaca yapılanın haksızlık olduğu kabul edilse de çoğunluğunun iyiliği için Güney Afrikalı’nın hormon baskılayıcı kullanmadan ilgili branşlarda yarışması yasaklandı. Söz konusu kararın haksızlık olduğunu 2014 yılında Hindistanlı atlet Dutee Chand’ın davasında bilirkişi olarak görev yapan Katrina Karzakis şöyle vurguluyor:
“Bu düzenlemenin diğer kadın sporcuları korumak ve adil rekabeti sağlamak amacıyla uygulanacağını söyleniyor. Ancak kadınları koruma çabaları ve babalıkçılık uzun süredir cinsiyet ayrımına pelerinlik yapıyor. Bunların hepsi kadınların doğası gereği korunmaya muhtaç ve savunmasız olduğu ideolojisine dayanıyor.”
Yasaklar, yarışlar, zaferler ve mahkeme salonları ile geçen 11 yıl. Ancak Semenya’nın hayatını özetlemek için sadece bu kelimeleri seçenler yanılıyor. O kendi söylemiyle bir kadın olarak doğdu, bir kadın olarak büyüdü, bir kadın olarak sosyalleşti ve hayatı boyunca bir kadın olarak yarıştı. Ancak ilk zaferini elde ettiği günden bu yana onun varoluşu dünya toplumu tarafından hep yargılandı, haksız bulundu ve cezalandırılmaya devam ediyor. Onun ise tek bir isteği var:
“Ben sadece Caster’ım. Olmak istemediğim biri olmak istemiyorum. Başkalarının olmamı istedikleri kişi de olmak istemiyorum. Ben sadece ben olabilmek istiyorum.”
(NOT: Semenya cephesi dosyayı İsviçre Federal Mahkemesi’ne taşıyacağını söyledi ancak belli ki çok fazla umutları yok. Çünkü Doha’da düzenlenecek dünya şampiyonası yaklaşırken Caster Semenya önümüzdeki aydan itibaren 3000 metrede yarışacağını açıkladı.)